Iryna Shuvalova (Kiev, 1986) — Ukraynalı şair, çevirmen ve akademisyen. 2020 itibarıyla dört şiir kitabı bulunan Shuvalova’nın çalışmaları birçok antolojide yer almış, yaptığı çeviriler ve şiir kitaplarıyla birçok ödüle layık görülmüştür. Şiirleri dokuz dile çevirilmiştir. Şu anda Çin’de yaşıyor ve çalışıyor.

 

1. tarif edilemez

bak tam

tam burada bak

tarif edilemez

bir şey var

 

sevilen birinin

ölü bedeni gibi

ağır

 

bombaların düşeceği

yaklaşan bir gece kadar

uzun

 

tarif edilemeyeni

kana batmış koltuk altından al

çek

izler bırak

 

bırak bu kızıl izler

görünür olsun

sabah

çok uzaktan

 

 

2. kadın şair savaş hakkında yazamaz

kurban değil muharip değil

müdafi değil seyirci değil

her şeyin dışında biri değil ama kim o zaman

 

savaş herkese bir rol atadı— seninki

ne?

avucunla ağzını kapamak mı?

 

yaz yaz

tam da konuşma vakti gelmiş gibiyken

çenesi hiç durmayan kız

bir anda susmuş ama

 

etraftaki her şey bağırırken

ne söylenebilir

sirenler bağırıyor

yükselen dumanlar çatırdıyor

kaçanların bavul tekerlekleri gıcırdıyor

kırık camların çarpılmış ağızları

çaresizce feryat ediyor

 

mesaj atıyor

“Gök gürlüyor burada şu an

savaş uçakları uçuyor”

 

nasıl cevap vereceğini

bilemiyorsun

 

 

3. bahar

benim

her-şeye-rağmen ülkemde

 

adını ağzıma alamadığım bir kadın

baharı ve savaşı bekliyor

 

dolaptan müşterek geleceğimizi alıp

aynanın önünde deniyor

gülümsüyor

 

ve ancak hava sirenleri

çalınca arkada

soluyor gülümsemesi

 

isteksizce indiriyor ellerini

geleceğimizi buruşturup

dolaba saklıyor

banyoda saldırının geçmesini bekliyor

 

mevsimi değil

 

 

4. ahşap tanrılar

ne biliyordunuz benim ahşap tanrılarım

benim kurnaz altın tilkilerim

 

uçağım

Borispil yakınlarındaki

kasımın gri-siyah kızıl toprağını

güzün ayna kırıklı sularını

arkada bırakırken

 

yeni bir iş

sıkıntısız bir taşınma

sonunda alınmış vize için diye düşünüp

 

kimsenin ateş etmediği bir akşam

tankların girmediği bir şehir

bu nerdeyse yetişkin çocuğun

 

kimseyi öldürmemesi

ölmemesi için

 

size şükran nişanesi olarak

kozalaklar yapraklar taşlar

getirdiğimde

ne gördünüz tozlu kitaplık raflarınızdan

 

 

5. yüz böyledir

çocuğumun yüzü böyle görünüyor

anne haberleri okudun mu

anne savaş

diyecek az sonra bana

 

Koreli bir ergenin yüzü

böyle görünüyor

“hocam, iyi misiniz” diye soruyor bana

“hocam, sizinkiler nasıl?” diye soruyor

 

diyor ki

“hocam, 21. yüzyıldayız

ne menem bir şey bu”

 

 

6. gönüllü

çocuğumun babası

sırada bekliyor

bölgesel direnişe

gönüllü olmak için

 

nadiren araşıyoruz

ama burada…

ama burada.

 

sıra uzun

insanlar sabahtan itibaren bekliyor

telefonda sesi neşeli geliyor

nerdeyse mutlu

 

sen

oldum olası ülserden mustarip

çorba pişirmeyi

çivi çakmayı çöpü çıkarmayı

çiçekleri vaktinde sulamayı

kedinin kanepeyi yırtmasını engellemeyi

beceremeyen

 

silahı nasıl tutacaksın

Perm’den gelen eli kanlı oğlanlara

Irkusk civarından kana susamış oğlanlara

öldürmek için eğitilmiş oğlanlara

nasıl ateş edeceksin

 

biliyorum

tam on ikiden vuracaksın

 

 

7. küpeler

iş için evden çıkmadan

daha basit küpeler mi taksam

diye

düşünürken yakalıyorum kendimi

 

bugün

biri daha ölürse

ne yapacağım

 

ağlak

öfkeli

çaresiz

alık

 

bu gülünç

parlak küpelerle

 

 

8. sen uyuduğun zaman

uyuduğunda benim için daha kolay

çünkü uyuduğun zaman

ölemezmişsin gibi geliyor

 

sonuçta rüya görürken

zaten çok yakınsın

kimsenin ateş etmediği

başka bir dünyaya

 

çünkü sen uyurken

ben uyumuyorum, yani

nöbetteyim bir bakıma

 

ve seninkini olmasa bile

(çok uzaktasın çünkü)

Buradaki gündüzü koruyorum

buradaki ışığı

 

çünkü senden altı saat ilerde

sabah güneşini

dalgalanan bir bayrak gibi taşıyorum

 

yaşayanlar ülkesinin üzerinde

ölüler ülkesinin üzerinde

bu ikisinin sınırında

tüfekler ağaçlara asılmış

çimenlerin üstüne bırakılmış

 

bu iki ülke

kesmemiş daha

diplomatik ilişkileri

 

 

9. Şubat

bu Şubat’ı herhangi bir ay gibi

ama daha kısa

arkada bırakacağız diye düşünüyorduk

 

küçük bir nehri geçer gibi

günden güne

bir taştan öteki taşa

 

ve geçtikten sonra

baharın yeşil kıyısında biraz dinlenecektik

 

bunun yerine, nehir yükselip bacaklarımızı kapıyor

öyle kaygan kızıl köpük

büsbütün kabarmış

 

karanlıktaki dize salları

bağlıyoruz alelacele

 

paçası kıvrılı tarafımız

ağırlaşıyor

ve

 

belki zafer

belki ölümle dolu

 

 

10. poğaça

nehrin kıyısında elimde poğaçayla

ölüm yokmuş gibi davranıyorum

bahar eriklerin üstünden vızıldayarak geçiyor

 

bahar yürüyor Nankin sokaklarında bahar

ordular yürüyor Kiev’de ordular

nehrin kıyısında elimde poğaçayla

ölüm yokmuş gibi davranıyorum

 

ölüm ise yürüyor vızıldıyor neredeyse ölüm

eriklerin vişnelerin ve ayvaların üstünde

metal arıların acımasız iğneleri

bahar yürüyor Nankin sokaklarında bahar

ordular yürüyor Kiev’de ordular

 

paylaşımlara bakıp

poğaçanın tam içine ağlıyorum

 

 

11. kaygı

kaygı

kıllı bir şeytan gibi

boynumda oturuyor

 

küçük bir adamın suretinde

insan yüzlü bir şeytan

kocaman kara gölgesi

Avrupa’nın yarısını karartan

 

Gogollük Dostoyevskilik

kanlı çekiç kara zamanlar

veba eşikte düşman kapıda

 

Avrupa ürküp geri çekiliyor

Avrupa ihtiyatla uzaklaşıyor

sersemlemiş

 

parlak ayakkabılarındaki

kızıl lekeleri temizlemeye çalışıyor

 

 

12. bizim

fotoğraftaki bombalanmış bütün evler

ilk bakışta senin evin gibi gözüküyor

 

Kiev metrosunda uyuyan her çocuk

senin kızının

yüzüne sahip

 

haberler

başımıza gelmiyor

bizimle gerçekleşiyor

 

fotoğraftaki kadın

yasla kıvrılmış ağzı

umutsuz avcuyla kapıyor

 

bu kadını tanımıyorum

bu kadını tanıyorum.

 

(Nankin, 24-26 Şubat 2022)

 

Share on FacebookTweet about this on TwitterPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someoneShare on Tumblr