Söyleşi: Petek Sinem Dulun

 

 

Sevgili Ömer Şişman, Dramatik İyileşmeler daha en baştayok-şiir neden olmasınönermesiyle açılıyor, devamında daama yazdıklarıma artık denmese mi sanki şiirşeklinde ilerliyor. Burada, şiirin kalıplara ve tanımlara sığmazlığını, sınırsızlığını mı vurgulamak istedin? Dramatik İyileşmeler’i psikolojik verilerle yüklü, biyografik bir metin olarak değerlendirebilir miyiz?

“Bunlar şiir değil”, “Bu da şiir mi?” tepkisini en baştan beri yaşadım. Yazdıklarımı önemseyenler de “Türk şiiri içinde bir yer”e koyamadıklarını söylemişlerdir zaman zaman. Bana gitgide esasa gelemiyoruz gibi geliyor. Şiir, antoloji-içi bir meşgalenin adı olsun, ben de böyle bir şey yazıyorum işte, “yok-şiir” diyelim. Benim düzenlemem, konumlandırmam, tekrarlarım, manzaralarım bunlar. Öte yandan, şairler bu savaşı her zaman verdi. Yakın dönemden Parçalı Ham bunun pür bir örneği.

Dramatik İyileşmeler’i “psikolojik verilerle yüklü, biyografik bir metin” olarak değerlendirebiliriz elbette. Ama Hata Devam Ediyor’u, Bitkiben’i, hele Dikenli Zıplak’ı da böyle değerlendirebiliriz. Kaderin cilvesi mi denir bilmem, daha en başta bu şiirlerin fazlasıyla insansız olduğu da söylendi, nihayetinde çok fazla insan hikâyesiyle dolu olduğu da. Anlatımcıların tuhaf karşıladığı bir anlatımcı, biçimcilerin yadırgadığı bir biçimci oldum galiba. Ne oraya koyabilirler ne şuraya gibi bir durum. İki tarafa da sığamıyorum, iki taraftan da vazgeçmek istemiyorum, taraf denebilirse.

 

Kitap boyunca aralıklarla bazı fotoğraflar yer alıyor Dramatik İyileşmeler’de, kitabı tümleyen foto-şiirler diyebilir miyiz onlar için?

Fotoğraflar güncel tabirle “anlık”tı. Anlık, alelade fotoğraflar ya da capsler. Anlık duygu, izlenim ve görüntülerle hemhal bir kitap. İlk şiirlerimden beri gözün anlık kayıtlarıyla ilgiliyim. Hata Devam Ediyor’daki “meleksiz”, “satlık ev”, Bitkiben’deki “göz”, Dikenli Zıplak’ın tamamı… Dramatik İyileşmeler’de biraz daha temel, ilkel bir yordamla kavramaya çalıştım görüntüleri. Oğlumun bebeklik çağında yazmaya başlamamın da etkisi var. Onu izleyerek geçiyordu günlerim.

 

Bir özne olarak dil, olgular ve deneyimlerle ilişkilenip kapsama alanı dışına çıkarsa yön kaybı yaşar mı? Dil yordamıyla zihnin ve söylemin ihtiyaçlarına başka görme biçimleri geliştirmek, yeni yollar keşfetmek yalnızca bireysel bir mesele midir?

Dilin kapsama alanını dilden ibaret saydığımızda bile “olgular ve deneyimler”le ilişkilendiğinde kapsama alanı dışına çıkmaz. Olguların ve deneyimlerin dil yükü de malzememizdir, hatta daha çok budur malzeme. Dili gramer, sentaks vs olarak almaktan yana değilim. O zaman dil ile dünyam arasında bir bağ kuramıyorum, dili kullanmamın bir manası da kalmıyor pek. Kalabalık bir günde, Kadıköy Çarşı’dan Bahariye’ye, oradan Moda burnuna yürüyüp Yoğurtçu Parkı’na kıvrılın. Bu esnada etrafınızı “pürdikkat” dinlerseniz delirecek gibi olursunuz.

 

Özyaşam öğelerinin yer aldığı bu şiirler toplamı ajiteden uzak, gündelik yaşam ritüellerinin içinden beliren an-sökümlerinin toplamı gibi duruyor. Ortak hafıza zayıflığının sebep olduğu sosyal tıkanıklığın, bireyin toplumla ilişkisini alt-üst edişiyle ses öğesine dikkat çeken bir yapı beliriyor Dramatik İyileşmeler’de. Bir kavram olarak sesi, metnin karmaşık bir bölümü olarak değil de parça tesirli bütünü olarak mı değerlendiriyorsun?

Geçenlerde bir dinletide Dikenli Zıplak ve Dramatik İyileşmeler’den pasajlar/parçalar okudum. Bittiğinde fazla patetik olduklarını hissettim doğrusu. Bilmiyorum, belki o kitaplar ya da seçtiğim pasajlar öyle bir dönemin sonucuydu, belki böyle yorumlayarak kendimi kandırıyorum şu an. Belki de fazla çıplak hissettim kendimi, bundan rahatsız oldum o an ama beni engellemeye çalışan rahatsız iç-sesime kulak asmayıp okumam da hoşuma gitti düşününce bir an. Bunun kararını şiirleri yayımladığın an geri dönüşsüz olarak vermiş oluyorsun. Çok üstünde durmaya değmez. Ataklık ile çekingenliğin bende başa baş olduğunu anlatmak için bahsettim bundan. İşte bu da bir “an”. O “an” kendimi saf anlamıyla ajitasyondan uzak hissetmedim aslında. Daha çok da kendimi ajite ettiğimi hissettim. Tabii kimse yirmi dört saat sinirli olamaz ve olmamalı da. Kalp krizi geçirirsin. Gençler sinirlidir genelde, haklı sebeplerle. Ben de sinirli bir gençtim. Şiirin öfkeyle kayda değer bir bağı olduğunu düşünmüyorum, sinirden kastım başka; sözlere, görüntülere, işaretlere, hikâyelere karşı sürekli bir nöbet hali belki. Bunun içinde tikler, takıntılar, sesler de var. Ses derken dize içi ahengi kastetmiyorsunuz. Dikenli Zıplak’ta “dikenli zıplak” laytmotifi hem ses hem görüntü olarak tüm şiiri yabani ot gibi bürüsün istedim. Ses/görüntü hem taşıyıcı sütunlar olsun hem mekân. Dramatik İyileşmeler’de daha çocukça ses öğeleri var. Ninniler, tekerlemeler de var, kitap boyunca süren bir köpek-adam kovalamacası da. Yoldan geçen bir motosikletten gelen sanki “Ömer öm öm öm” sesi de. Bir Baby TV ortamında dışarıdan gelen (akuzmatik) tekinsiz “tak tak tak!” kapı sesi de. Ne Dikenli Zıplak’ta ne Dramatik İyileşmeler’de karşınızdaki şiirin kendisi dışında bir bilgiye ihtiyaç duymazsınız bir yandan da.

 

Şiirde kurmaca ve gerçekliğin birbirine eklendiği biçimsel yapılar mevcut. Sen bu yapıların içinden alternatif bir alan mı açmak istedin Dramatik İyileşmeler’de? Üslup ve biçim arasındaki ara katta, yazar için kağıdın boşluğuyla karşılaştığı anda mı başlar gerçeklik?

Kitaplarımın sadece isimlerine yan yana bakıyorum: Hata Devam Ediyor, Bitkiben, Dikenli Zıplak, Dramatik İyileşmeler. Benlik bir şantiye alanı, orada başlıyor gerçeklik mücadelesi, kâğıdın uzayıyla karşılaşmadan önce.

 

İçinde yaşadığı kültürün uyumsuzu olarak görülenlerin hafızasına sığmayanlarla, toplumun hatırlamama hali arasındaki dengesizliği neyle ilişkilendirebiliriz? Unutmaya çalışarak mı iyileşmeye yaklaşırız, yoksa muhafaza edip hafızamızda saklayarak mı?

Bilmiyorum doğrusu. Bunun herkes için geçerli bir formülü, reçetesi yok. Kendini iyileşmiş/iyileşmemiş bulduğunda bile bunu nasıl yaptığını anlamayabilirsin. “Dramatik iyileşme” de, spontane, öngörülmeyen, beklenmedik ivmeyle iyileşme zaten. Şiirin (ve muhasebenin) hafızayla kadim bir ilişkisi var. Hatırladıklarımız sürekli değişir. Bu konuda tamamen güvenilmez durumdayız aslında. Kaldı ki yorumlama biçimimiz de değişir. Bir durum ve yorumu mumyalıyoruz. Tikelliği ölçüsünde başkalarını da ilgilendiriyor.

 

Varlık, sayı: 1343, Ağustos 2019.

Share on FacebookTweet about this on TwitterPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someoneShare on Tumblr