“Ona öyle denmez, böyle denir”

kitap: bir iki

 

0/

Seyhan Erözçelik’in, kendisinden sonra gelen her kuşakla, özellikle yeni kuşakla, yeni kuşağın en azından önemli bir kısmıyla doğal bir ilişki kurduğunu ve kuracağını düşünüyorum. Bunun ne kadar belirgin veya kabul edilebilir olduğu tartışılabilir, ancak 160. Kilometre Yayınları’nın şairin iki cilt halinde [kitap bir: 1980-1996, kitap iki: 1994-2011, 160. Kilometre Yayınları, Ocak 2022] toplu şiirlerini yayımlaması bu olası tartışmaya dair bir çerçeve sunabilir. Yayınevinin 2010’lar ve 2000’ler “öncesi” şairlerden yayımladığı isimlere ve onların çalışmalarına bakıldığında bu çerçeve daha da anlaşılır hale gelecektir. Nitekim o isimler de yeni kuşakla doğal bir ilişkinin içinde bulunmuş, yeni yüzyılı etkilemiş ve bu yüzyıldan etkilenmiş isimler.

 

Erözçelik şiirlerinin, politikasını “güncel ve yaşayan” şiir üzerine kuran bir yayınevi tarafından, ekonomik sıkıntılar yüzünden yayın piyasasının bu denli daraldığı, kâğıt bulmanın hiç olmadığı kadar zorlaştığı, dağıtım ağlarının tekelleştiği bir dönemde, toplu olarak basılması, dolayısıyla, yılın en önemli edebiyat olaylarından biri olarak görülebilir. Bugün güncel şiir mevzuunda her ne kadar kimi kümelenmelere ve büyük bir çeşitliliğe rastlansa da, Erözçelik şiirinin bu büyük çeşitlilikte bile, bilakis özellikle bu büyük çeşitlilikte ve onun vasıtasıyla tekrardan dolaşıma girebileceğini düşünüyorum. Ki bu şiir, içinde bulunulan zamanla, o gün yazılan şiirle, gençlikle ve özellikle hayatla dolaşıma girebilmek için can atan bir şiir olarak duruyor önümüzde.

 

Hem kitap bir’in hem de kitap iki’nin editörlüğünü yapan ve her cilde birer önsöz yazan Haydar Ergülen de ikinci cilde yazdığı önsözde, Seyhan Erözçelik şiiriyle hayat arasındaki bağdan söz ederken şunları söyler: “Seyhan Erözçelik kitabı ya da şiir kitapları hayatı ve şiiri iç içe çalışmak isteyenler için seçmeli değil zorunlu kitaplardır.” [kitap iki, s. 11]. Bu saptamanın önemi şurada: Erözçelik, elbette, kimi teknikler, hatta birçok teknik denemiştir; ancak nasıl-yazılırın tek kıstas olmasına, şiirin nasıl-yazılırın uygulama sahasına indirgenmesine çoğunlukla izin vermemiştir. Buna karşılık, Türkçe şiirin neredeyse her döneminde, şiir pek çok kez nasıl-yazılıra hapsedilmiştir. Bugün yazılan şiirin de bana kalırsa handikabı, varsa bir handikabı, budur. Tüm ihtişamıyla İkinci Yeni’nin de. Oysa şiir biraz daha ötesidir, hatta biraz da bundan sonrasıdır. Dolayısıyla tekniğe gömülüp orada kalmak, tekniği biricik kılmak bize şiir adına az şey sunar. Sözgelimi yakın dönemde yapılabilmiş en müdahaleci çalışmalardan biri, hatta ta kendisi, olan Parçalı Ham.’ı yalnızca teknik düzlemde ele aldığımızda ona tam anlamıyla, daha da önemlisi hakkını vererek, nüfuz etmemiz olanaksızlaşır.

 

Seyhan Erözçelik şiirinde de varsa nasıl-yazılırla sınırlı kalmayıp şiiri her yönüyle kuşatabilen bir müdahaleci taraf, ki fazlasıyla var, ona hakkını vermemiz, onu biricik kılmamız ama aynı zamanda öcüleştirmeden karşılamamız, onunla kimi karşılaşmalara olanak tanımamız gerekecektir. Şiirlerinin toplu olarak tekrardan, ama bu kez Yağmur Taşı [2004], Vâridik Yoğidik [2006], Pentimento [2011] adlı kitaplarını ve tamamlanıp yayımlansaydı Erözçelik şiirinin bu kez başka tür bir müdahaleciliğini göstereceğinden şüphe duyamayacağımız, dergilerde kalmış “Siyasi Şiirler”ini de içerecek biçimde, basılması; yani tüm külliyatının eksiksiz bir araya toplanmasının en önemli getirisi de şu olacaktır: söz konusu müdahaleciliğin nerelerden ve ne şekilde geldiğini, “müdahaleler” arası birliktelik ve çatışmanın nasıl yaşandığını görebilmemiz için önümüzde açık bir atlasın varlığı. Bir toplu basımın okura sunabileceği daha değerli bir şey olabilir mi?  

 

1/

Bu kısacık tanıtım yazısı, belki de müjdeler olsun yazısı demek gerek, şairin birkaç dizesiyle bitirilebilir. Seyhan Erözçelik bir şiirinde, denebilir ki bir rüya-şiirinde, şöyle der: “hepimiz bir rüyaydık/ oturuyorduk uzun bir masada,/ bel ki doğduğumuz bir yer,/ belki de bilmeyiz.// Onu kim bilir// Kim bilir ki,/ bunu,/ bu dünyada…// Bildim ki,/ biz,/ dünyadayız.// Bir dünyada.// Kim bilir,/ bu dünyada mı?” [kitap iki, s. 307]. Bu eşsiz dizeler, en azından benim nazarımda, Erözçelik şiirinin, hatta Erözçelik şiiriyle kalmayıp her dönemin yaşayan şiirinin hiç olmazsa önemli bir parçasının meselesi olagelmiştir. Şiirin varoluş nedenleri ve şairin yeryüzündeki konumuna dair bugüne dek yapılmış bütün o sözüm ona kallavi saptamaları, Erözçelik bilerek ya da bilmeyerek, burada bir oyuna, daha doğru bir ifadeyle kadim bir oyuna ve rüyaya indirgemiştir. Buradaki oyun, Necmiye Alpay’ın edebiyatı oyun oynamayı kendilerine yediremeyen yetişkinlerin oyunu olarak gören anlayışı da göz önünde bulundurulduğunda anlaşılabilir. Şiirin “büyüklüğünü” onu alçaltarak ve dile düşürerek [burada herhangi bir kelime oyunu yoktur!] ortaya koyan şairin birçok şiirini “işte böyle bir şey” minvalinde bitirmesinin sebeplerinden biri de budur.

 

Cumhuriyet Kitap, 25 Ağustos 2022.

 

Share on FacebookTweet about this on TwitterPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someoneShare on Tumblr