Diken Zıplak’ın Apaçıklığı

 

dikenliziplakon loDikenli Zıplak, görünenin aksine, apaçıklığı geniş bir uzama –kesinlikle zamana değil– bir dizi paradoksal ilişki eşliğinde eşit oranda yaymış olmasından okunması zor bir kitap. Buradaki eşitlik hâli, apaçık oluşun sunduğu labirentin her giriş-çıkış, dönemeç ve kör noktasının aynı oranda dikkat ve güç gerektirmesiyle ilintili. Hiçbir nokta diğerinden daha az ya da fazla belirleyici değil. Anlamın, durmadan kendini dayatan pütürlü mekânda değil ama bir olanaklar düzeni olarak kaygan zeminde, yüzeyde aranması, ele avuca sığmayışını da beraberinde getirir ve bütün ipuçlarını yok eder. Burada, ipucu olabilecek sözcükler, semboller, metnin her yerine uygulanabilecek imgeler yok, sözcüklerin belli düzeni değil hikâyeden bağımsız olay-oyunun-başıbozukluğu ham madde. Denebilir ki, bu metinde tek bir sözcük vardır ve o da kökleriyle bağını koparıp bir tike dönüşmüştür: dikenli zıplak. Başlangıçta olan, Tanrı’yla olan ve Tanrı olan Söz’ün soyut, görünmez kimliğinden sıyrılıp bir beden kuşanması ve kanlı canlı herkese görünmesi gibi ‘dikenli zıplak’ da çok daha somut ancak ele geçirilemeyen bir hüviyet, beden edinir: “Tanı oğlum sen de – dikenli zıplak – kendi dikenli zıplağını / Dikenli zıplağına sahip çık – dikenli zıplak – ezdirtme onu / O senin bitkibenin – dikenli zıplak – senin güzel birbaşınalığın” [DZ, s. 38], “Dikenli zıplağımı sevmeme – dikenli zıplak – engel olamazlar” [DZ, s. 45]. ‘Çekilen dişten arta kalan boşluktan çıkıp kafanın üstünden geçip topuklara kadar inen saç’ da yine bir imge değil, ama Alice’inkine benzer bir olayda-kalış, oyunda-kalış’tır. Buradaki oyun, dil-içi meseleye dair bir işlev yürütmüyor, anlama, içeriğe karşı oynanıyor. Dil zaten oyuna [basit dil oyunlarına] ihtiyaç duymadan, demin de bahsedildiği üzere, bir ele-geçirilemez-beden edinerek daha üst bir evrede daha gerçekçi ve hayati bir başkalaşım geçiriyor.

 

Anahtar sözcüklerden, sembollerden kurulu ve sabit bir hikâyesi ile çizgiselliği olan klâsik baba-oğul anlatılarından farklı olarak, hem babalığın hem oğulluğun doğumla, yaşamla, hastalıkla, ölümle, düşünceyle, şiirle olan ilişkisi ve buralardan edinilen tikler, huylar, huysuzlukların dünyadaki karşılıkları üzerine kurulu olaylardan, kıssalardan ve bilhassa oyunlardan meydana getirilmiş olan Dikenli Zıplak, hiçbir ipucu barındırmayan; hayal ile gerçeğin, doğru ile yanlışın, uyku ile uyanıklığın, babalık ile oğulluğun sürekli birbirine dönüştüğü; nostalji, şimdi ve geleceğin silikleştiği; zamandan bağımsız ‘her şeyin aynı andalığa’ denk düştüğü; sözün, kalıbın ötesinde, olayda ve oyunda ısrarla kalışın önerildiği bir karnavaldır, başka deyişle ‘düşünmenin iteklemek olduğu’ bir kendiliğinden-praxis halidir. Kendiliğinden-praxis, göz tembelliğinin, hakikatin, ateşin derecesinin, şair oluşun vs. sabit kalamayıp sürekli konum değiştirmesiyle, uzamda biçimden yoksun, daha doğrusu biçimden kurtulmuş biçimsiz hareketlerle açığa çıkar: “Hakikate – dikenli zıplak – hakikat olduğuna inanmak istiyorum / Ulaşmak için – dikenli zıplak – 230 lira ödemek gerekiyormuş demek” [DZ, s. 43] ya da “Düz hesap – dikenli zıplak – yaptım, dedim 100 adım geri geri gidersem – dikenli zıplak – sonra tekrar 100 adım ileri yürürsem – dikenli zıplak – aynı yere gelirim. 100 adım geri geri gittim – dikenli zıplak – sonra 100 adım ileri gittim – dikenli zıplak – bambaşka bir yerdeydim!” [DZ, s. 59]. Hemencecik edime dönüştürmek değil, ama potansiyelini çeşitlendirmek, apaçıklıkla inşa ettiği labirentte gezdirmek, olayı örgütlemek bu şiirin niyeti. Sonuç değil, ama sonuca varma potansiyeli barındıran üzücü de olsa sevindirici de olsa kıssalar, oyunlar daha önemli burada.

 

Daha en başından, ilk kitabından şiir tekniği ve içeriği bağlamında verili olana bel bağlamamış, yeni ve yaban olanı denemekten kaçınmamış bir şair olarak Ömer Şişman, burada da, verili olanı, bir anlığına düşüncenin korkunç sularına iten ‘sık frekanslı’ tikler, rüya-benler, uzayda düzensiz hareketler vasıtasıyla kurulu olana dönüştürüyor, yaşamın kesilip biçilmesine, yapılandırılmasına, kutuya dönüştürülmesine karşı sonsuz açılım yoluna sahip yeni bir yaşam kuruyor —kurulu olan’da ne düşüncesiz düşünürün, ne de şiirsiz şairin yeri vardır artık. Michel Tournier, verili ile kurulu olan arasındaki ilişkiyi, daha doğrusu karşıtlığı yeniden-yaratmak bağlamında açıklarken iskambil oyunundan faydalanır. Kartların gelişi/dağıtılışı rastlantısaldır, kaderdir ancak ondan en iyi şekilde yararlanmak ya da tersi oyuncunun elindedir. “İşte yazgının başlangıçta elimize tutuşturduğu ‘kartlar’ bunlardır. Ama çok geçmeden oyun başlar ve oynamak bize –demek istediğim özgür istencimize– düşer. Ondan sonra yaşamı ‘kurmak’ gerekir.”[1] Dikenli Zıplak, ‘yaşamın altedilmez biçimde kendi önünde, ilerisinde, karşısında, kendiliğinden kendinin ötesinde durmasının’ ‘yalnızca devam ediyorun devam edişi içinde birinin –birilerinin– aşırı bir heyecanı ve dikkatinin’ kitabıdır.[2]

 

[1] Michel Tournier, Düşüncelerin Aynası, çev. Orçun Türkay, YKY, 2017, s. 121.

[2]İmge yaşamın imge ile birlikte sürmesidir, yani yaşamın altedilmez biçimde (…) kendi önünde, ilerisinde, karşısında, kendiliğinden kendinin ötesinde durmasıdır.” (49) “Özne yoktur, (…) yalnızca devam ediyorun devam edişi içinde birinin –birilerinin– aşırı bir heyecanı ve dikkati vardır.” (53) (Jean-Luc Nancy, Filmin Apaçıklığı: Abbas Kiyarüstemi, çev. Tacettin Ertuğrul, 2013). Yazının başlığı da bu kitaptan ödünçtür.

 

BirGün Kitap, sayı 185, 16 Haziran 2017.

Share on FacebookTweet about this on TwitterPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someoneShare on Tumblr