çene.   

 

x Z, sana bu mektubu Reykjavik’ten yazıyorum. Az önce çöpü dökmeye çıktım. Temmuz buranın en sıcak ayı, buna rağmen hava şu an 14 derece— serin hava zihnimi her tarafından kucaklıyor, kendimi bir şeyin hepsi olarak hissediyorum. Sıcak olsaydı dağılma başlardı, hayat kolaylıkla Bergman’ın Sessizlik filmine dönerdi : konuşamayanlar anlaşır, konuşanlar anlaşamazdı— ki zihnen terkettiğim ülkede de durum tam olarak böyle. Söz öyle aldı başını gitti ki artık dünya söze asla yetişemez. Anlam eridi. Aklın buzulları buzul olarak kalmalıydı bence, buzullar eriyince beraberinde çok şey eriyor. Ben buraya yalnızlığımı korumaya geldim— Yılışık Söz’den [1] kaçmaya, dünyanın ta kendisinin içinde kalmaya. Ülkemdeyken duyduğum hiçbir söz artık beni etkilemiyordu— hiçbir söze sığınamıyordum. Mersault [2] olmamak için soğuğa kaçtım. Az önce elimdeki çöp torbasını kaldırımdaki büyük çöp tenekesine attıktan sonra bulunduğum yerden sokağa şöyle bir baktım— Reykjavik’e nasıl bu kadar çabuk alıştım… Sen şu anda kim bilir neredesin, gelirsen kim bilir nereden çıkıp geleceksin. Bu mektubu çok uzun zamandır cebimde gezdiriyorum, sabahları sana yazacağım satırların dağınıklığını toparlayan düşüncelerin içine uyanıyorum hep. Hizaya çekmek istemediğim bulutsu satırlar… Sana yazarken bir hiza içinde var olmaya mecbur kılınan bulutsular. İstemesek de bir miktar hizaya ihtiyaç duyuyoruz. İkimizin hikâyesi Dünya Sağlık Örgütü’nün 2020 başlarında salgın uyarısı vermesiyle başladı. Evde tek başıma oturduğum günlerin birinde uzun koridordan çıkıp geldin. Eve kapanma süresi uzadıkça ev küre biçiminde bir düşünce kapsülü haline gelmişti, o yerçekimsiz kapsülün içinde eski sevgililerimi affetmekle affetmemek arasında gidip geliyordum— anıların istemsiz hücumu. Bu yaşa kadar buna karar verememiş olmak da meselenin kayganlığını gösteriyor. Hesaplaşma eski fotoğrafların yere yayılmasına kadar varmıştı. Bu adamların her biri benim önemli bir parçamı alıp gitmişti, yoksa ben mi vermiştim onlara o parçaları, ben vermiştim, yok yok onlar koparıp almıştı, hayır— ben vermiştim. Onlardan da bana çok güzel parçalar kalmıştı: bakışlar, sarılışlar, birleşmeler, yokluğu çekilen şeylere erişmeler, gözler, eller, ayaklar, omuzlar, kollar, göğüs kılları, yakışıklı erkek kokuları. Beni çok seven— boş odayı dolduracak bir erkeği hayatım boyunca aradım. Biliyor musun Z, ben çok değiştim— senin göğsüne yaslanıp beni saran o büyük kollarının arasında yok olma isteğimi kısa bir süre önce kaybettim. Varsa ihtiyacı olan, benim göğsüm dünyanın bütün ihtiyaç sahiplerine açık artık— yalnız bilinsin ki ben nasıl o mate çayı kokan yakışıklı göğüslerde aradığımı bulamadıysam onlar da benim göğsümde aradığını bulamayacak, ama geçici bir rahatlamadır, o da bir şey. Böyle düşündüğüm zamanlarda senin uzun koridordan çıkıp gelmenden korkuyorum. Senden uzaklaşmış olduğum için beni cezalandırmandan korkuyorum. Eski sevgililerimi adeta makasla kesip parçaları birleştirerek yarattığım sen, salgın günlerinde sensiz yapamayacağım kadar bana yakındın. Salgından sonra sonsuza kadar sevebilme yeteneğimi kaybettim. Sonsuzluk bekleyişi aşk için iyi bir davranış değil. İnsan nasıl da bile bile kendine yalan söylüyor. Eskiden aşkım biraz şiddetini kaybedip azalsa, beni zincirle kendine bağlayan sevgilime— köleliğe karşı bir zafer kazanmış gibi hissederdim. Bunu hissettiğim an vicdan azabı da başlardı. Ben nasıl olur da onlardan böyle uzaklaşırdım? Suçluluk duygusuyla adeta ruh çağırır gibi seni— sizi, hepinizi tekrar eskisi gibi sevmeye çalışır, dünyanın bütün çapkınlıklarına kendimi kapatırdım. Çok aptalmışım— kucaktan kucağa kendimi sevdirme fırsatını artık kaçırdım. 18 değil, 28 değil— tam 68 yaşındayım. Sen bütün sevgililerimin— hepsinin güzel yanlarını birleştirerek geldin yanıma oturdun. İlk bir saat hiç konuşmadan nasıl bakıştığımızı hatırlıyor musun? Hayatım boyunca hiç aralıksız sürdürdüğüm yorucu iç hesaplaşmanın— melankolimin doğal akışı içinde ortaya çıkan bir kolajdın, seni seyrederek anlamaya çalışıyordum. Sıfırdan yaratılmış değildin, melankolimin ihtiyacına göre şekillendirdiği yakışıklı bir varlıktın. Frankenstein— hayatta okuduğum en romantik kitap. Kitapta Doktor Victor Frankenstein parçaları birleştirerek yarattığı varlığa bir isim vermiyor. Ben de o yüzden sana Z dedim, alfabemin en sonuncu aşkı— dizilişin vardığı yer. Hayatımdaki ilk öpüşmeye kendimi bir kanepede bırakmıştım, seninle ilk öpüşmem de yanıma gelip oturduğun kanepede bakışarak geçirdiğimiz bir saatten sonra oldu— ilk öpüştüğümüzde 15 yaşındaydık, vücutlarımız nasıl sıcaktı, ikimiz de bu kadar iyi öpüştüğümüze şaşırmış hatta sonra bunu konuşmuştuk. Sen 15 yaşında öpüştüğüm sevgilim değildin ama onun daha sonraki sevgililerimle olgunlaşmış bir birleşimiydin— birleşenleri sen değil bir tek ben anlayabiliyordum, sen kendi başına olandın, ben parçalarını inceleyendim, seni kendime konu edendim. O yaşa kadar yaşadığım bütün aşkların hepsinden daha fazla üstünde düşünülebilir bir aşk verdin bana. Aşkın henüz daha yaşanırken üstünde bu kadar düşünülebileceğini hiç bilmiyordum— seninle öğrendim. Salgında “Bizi evlerimize tıktılar” diye telaşlanan, daha ilk günden bu telaşı derhal tedirgin kavramlara dökerek insanlığın önündeki gözaltı tehlikesinden dem vuran çağdaş filozoflar acaba neden tıkıldığımız evlerde— bu temassızlıkta bile bizleri bağlayan lokman ruhunun ne kadar güçlü olduğunu göremediler? Tek başına bile olsa insan başka bir insanın ruhunu yanına çağırabiliyor, bu mümkün, ben seni çağırdım. 1984 aslında yalnızca gözaltının değil, bu gücün romanıdır. Okyanusya [3] olmama gücünü hatırda tutmak için yazılmış bir kitaptır. Umuttan söz etmiyorum— hele insanlığa, içinde yaşadığımız topluma, ülkeye duyulan patetik umut değil sözünü ettiğim. Neyi umut ediyorsunuz? Ben önüne geçilmez bir varoluş kimyasından söz ediyorum. Yılışık Söz’e sığınanlar anlamaz bunu. Umut olarak bir tek o kimyayı kabul ederim. Apartmanların arasında yaşayan sokak köpeklerinin okunan ezanla birlikte bir ağızdan ulumaya başladıklarını ben salgının getirdiği sessizlikte fark ettim, daha önce hiç fark etmemiştim— her canlı alanını savunur. Kimsenin bana bunu öğretmesi gerekmiyor. Ben vardır, istemsiz olarak vardır, Sen istiyorsun diye yok olmaz. Ey memleketim— böyle bağırmak istiyorum : ey memleketimin dürtüsel insanları! Düşünmeden hareket eden, her zaman en çabuk olanı tercih eden fevri kavim… Bayılıyorsunuz retoriğe. Bulunduğum yerden artık ne seyrediyorum biliyor musunuz? Kendimi. Bu güne kadar sizi seyretmiştim. Size bakarken ne gördüğümü söyleyeyim, ama kızmayın, öyle bir gün gelecek ki yaşayacak olanları kıskanmadan gidecek ölecek olanlar. İntiharın artık olağandışı kendi canına kıymak anlamından çıkıp dünyadan gönüllü ayrılma halinde olağanlaşacağını düşünüyorum : İntihar etmiyorum, dünyadan gönüllü olarak ayrılıyorum. Gönüllüler, size bu günden selam olsun. İnsanlığa bir şey olmaz, yolunu bulur, ama insana olur— herkes o yeni yolda ilerleyemez, bazıları dışarıda kalır. İlerleyenler arasında kendini zafer kazanmış hissedenler olacaktır. Kalbim o üstünlük elde etmiş körlere nasıl da kapılarını kapattı, kilitledi. Onlar da bunun bir zafer olmadığını bir gün anlayacaklar. İlk adım benim bugün attığım adım— artık utanmıyorum toplum çoğunluğundan ayrı düşünmeye, beni çoğunluktan ayıran düşüncelere sahip çıkmaya. Bu kopuş benim için mümkün olmayandı— ama oldu. Toplum histerisi her zaman korkunç— hele kıyıcı toplumların histerisi. Reykjavik’te kendi zihnimin fakirliğini toplum zihninin fakirliğine tercih ediyorum. Bir Türkiye bitti, yenisini asla kabul etmeyeceğim. A sözdağarcığı [4] bana yetmez. Gönüllüler, size hakikaten selam olsun. İntihar gülerek atılan bir adımdır. Nereden mi biliyorum— orasını geçelim Z. Daha sıra onu anlatmaya gelmeden işte ayrılıyoruz seninle. Hayatta aşık olduğum bütün adamlar sende el birliğiyle tek vücut olarak geriye döndü. Sana bakarak o kadar çok şeyi anladım ki beni sonunda kendime denk geldiğim bir yere koydun. Hiç kimse için bir kimse olmaya uğraşmadığım yer— ne güzel, ne rahat, ne endişesiz bir yermiş. Keşke daha en başta, ilk sevgilim becerebilseydi bunu. Bütün bu abesten genç yaşta kurtulmuş olurdum. Bir türlü yetmemek ne saçmaymış— kölelik ruhunun başlangıç noktası. Bütün o dengesiz deli sevgililerin tek başlarına beceremediğini sen becerdin Z, onların toplamı olarak. Sana gönül borcum var. Hatırlar mısın salgın kapanmalarında sen bana Şölen’den [5] sevginin nasıl doğduğunu okumuştun. Bolluk, Zekânın oğlu. Yoksulluk Bolluk’tan hamile kalıyor. Sonra Sevgi doğuyor. Şöyle okumuştun : “Bolluk ve Yoksulluk’tan doğan Sevgi’nin talihi de ona göre olmuş. Sevgi her şeyden önce ve her zaman yoksuldur; çoklarının sandığı gibi hiç de öyle ince ve zarif değildir, tersine kabadır, pistir, evsiz barksız, yalın ayaktır; açıkta, dağda bayırda, kapı önlerinde, yol köşelerinde yatar kalkar. Ne yapsın, anasına çekmiş, yoksulluktan kurtulamaz. Babasına çeken tarafıyla da hep güzelin, iyinin peşindedir; yürekli atılgan, dayanıklıdır; yaman avcıdır, hep tuzaklar kurar, fikirlere, buluşlara düşkündür, ömrü kafa yormakla geçer, bilicilikte, büyücülükte eşsizdir. Aslında ne ölümlü ne ölümsüzdür. Bakarsın, aynı günde bolluk içinde gelişir, yaşar, birdenbire de ölür, sonra yine babasının tabiatı gereği bir çaresini bulup dirilir. Bir şeyin eline geçmesiyle elinden kaçması bir olur. Öylece Sevgi hiçbir zaman ne yokluk içindedir ne de varlık içinde.” Hep yoksulluğu hissederek sevdim sevdiklerimi. Sen! Çocuksu oyunbazlığıyla beni kandıran! Benimle sevişirken heyecandan yataktan düştüğünde bile senin o heyecanından kendime bir değer biçmedim. Bana aşık olan adamları severken hiçbir zaman kendimi bana aşık birine sunduğumu düşünmedim, hep onun kapısı önünde yattığıma inandırdım onları— mükemmel bir kölenin yoksul ruhuyla yol köşelerinde yatıp kalktım. Onlar da inandı buna. Ne aptalmışım. Kendimi nasıl tehlikeye attığımı hiç anlamadım, hâlâ da tam anlamıyorum bunu. Kölelerin bahtsız sonunu yaşayabilirdim, şanslıymışım, yaşamadım. Bunları anlatarak kendimi hanginizin gözünde iyice yalnızlaştırdığımı bilmiyorum Z, Sen’ler Siz’ler Ben’ler hepsi sende bende birbirine karıştı. Sana konuşurken kime konuşuyorum, hangi sevgilime? Onlar bu dediklerimi duymayacağına göre elbette kendime. İnsan zaten ayrıldığı sevgilisini özlemiyor, o sevgiliyle beraber olduğunda ortaya çıkan o bir tür kendini özlüyor. Evden çıkmadan önce bir anda beni tekrar içeri çekip kapıyı kapatmanı, beni kendine çekip sonra hızla duvara yaslamanı özlemiyorum yalnızca, o andaki kendimi de özlüyorum. Sen! Bana en yüz vermeyen halinde bile kanepede yanıma oturup çıplak ayaklarını kucağıma bırakan! O ayakları tutmama ihtimalim olmadığını sana ben öğretmiştim. Benden üstünlüğünü kaybetmemeni ben sağlamıştım. Her şey kırıyor benim kalbimi— senin yüzünden, bunu bil. Sessizce çekip gidebilirdin, öyle yapmadın, beni kendinle damgalayacak, seni arkandan unutulmaz kılacak en akla gelmez hamleyi yapıp öyle gittin, seni dünyamdan çekip çıkarmak öyle zorlaştı ki varlığımdaki varlığının etkileri bugün bile etrafımda gördüğüm her şeyi acıklı kılıyor, her şey kalbimi kırıyor. Ama alıştım artık üzgün bir kalple dolaşmaya, bunu yadırgayan ben değilim, etrafımdakiler yadırgıyor. Baba katillerine her şey acıklı gelir, onlara dirlik yoktur— Oidipus gibi, her şey Oidipus’un kalbini kırar. Madem ben Sevgi’yken kendime bolluk istemedim, rahatlık istemedim, bana varoluş mesafesi sağlayacak o bolluğu kendi elimle yok ettim, Sevgili karşısında yalın ayak olmayı seçtim— babam Bolluk’u öldürmüş sayılmaz mıyım? Madem algı yeteneğimi kendime bir yarar sağlamaktan bu kadar uzaklaşacak kadar kaybettim, beni koruyacak zekâdan isteğimle uzaklaştım, o zaman babam Bolluk’un babası Zekâ’yı— büyükbabamı öldürmüş sayılmaz mıyım?  Bunları kendi kulağımla kendimi duyup serbestleştirmek için sana anlatıyorum. Kim zayıflıklarını orta yere bu kadar aptalca koyar, bir köleden başka? Ama şimdi ben değiştim Z. Kapanma günlerindeki Ahmet değilim— soğuk bir kalbe sahibim ama serbestim. Bana geldiğinde yalnızlığı yok eden bir iksir içiyormuş gibi bir halin vardı senin, sanki hep böyle dolu dolu bir hayat yaşadın da, benim de bunu görmemi— sendeki üstünlüğün daimi seyircisi olmamı istiyordun. O üstünlüğün kaynağının ben olduğumu sonunda Zekâ’yı öldüren ben bile anladım. Sende bütün sevgililerime karşı çıkma gücünü buldum. Son bir kere gel, bekliyorum. Son bir kere ne olacaksa olsun. Son bir kere gel, bir insana şeksiz şüphesiz teslim olmanın tehlikesinde anlamadığım son birkaç şey kaldı, onları bulup çıkarmama yardım et. Z, beni saran varoluş ipinin diğer ucu nereye bağlı— bunu bilmek istiyorum. Gel, beni son bir kez bağla. Antigone gibiyim, rolümü sonuna kadar oynamam lazım. [6] Senden, sizden, hiçbirinizden nefret etmiyorum, ben nefret etmek için değil, sevmek için yaratıldım. [7] Gel, seni Reykjavik’te bekliyorum.

 

[1] Parçalı Ham, Taşıyıcı Monolog.

[2] Camus, Albert, Yabancı

[3] Orwell, George, 1984

[4] “Bu sınıflamaya giren Yenisöylem sözcükleri, olabil­diği kadarıyla, açık seçik anlaşılan tek bir kavramı dile getiren kısa, kesin, vurgulu bir sesten oluşuyordu. A söz­ dağarcığını edebiyatta ya da siyaset ve felsefe tartışmala­rında kullanmak olanaklı değildi. Genellikle somut nes­neleri ya da bedensel eylemleri belirten basit, dolambaç­sız düşünceleri dile getirmek üzere düzenlenmişti.” Orwell, George, 1984

[5] Platon, Şölen.

[6] Anouilh, Jean, Antigone

[7] Sophokles, Antigone

Share on FacebookTweet about this on TwitterPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someoneShare on Tumblr