“Eksikten, Oradan” Bakış

 

olmamak olmakla

olmaksa olmamakla mümkündür

 

Yazmak bir ontolojik gerçeklik yaratmaya (da) yarar. Biçimli, kokulu, renkli, verevine geçişli, ussal yaratım, yazmak için gerekli/yeterli sınırları belirleyecektir. Yaratıcı özne sayısız okur yazar misafir edecektir bu sınırlarda. Böylece okur yazarlaşacak, şiir eylemleşecek, olan olacaktır.

Ölüm de tıpkı yazmak gibi aynı ontolojik sınırlarda oluşur; o bu kez sınırların belirlendiği ve geri döndürülemez, garipsenen bir gerçeklikte vardır. Varoluş ve ölüm bir oksimoron yaratmaz. Olsa olsa paralellik ya da bir dikdörtgenden müthiş bir hızla inen iki çizgi meydana getirir. Şiir, köşeleri birleş(e)meyen bir dikdörtgene (de) benzer. Biçimsiz, kokusuz, geçişsiz ve akla yatkın olmayan sınırlar şiirin sınırları olabilir. Yine de el’an tezat oluşmaz. Sözgelimi burada asıl oksimoron şairin ölümü olacaktır. Zira şair öl(e)mez.

 

sesin sesi ağrının sesi kanın kanın kanın

kapandığımda karışmanın sesi

 

Şiir ille de bir şey yapacaksa bu söylenmeyeni duyurmak değil; bilâkaydüşart henüz duyurulmayanı söylemek olmalıdır. Aslan’ın şiirinde bilinen ve garipsenen ölüm duyurulur. Âdeta haberler, konumlar, sesler ve dahi her şeyin sesi –memelerini masaya bırakmışların sesi akış düzleminde duyurulmaktadır.

 

sen toprakla kuşatılmış

olduğun gerçeğiyle

bir nemlilikte cevabını

gövdenden mekâna

çürümekle bırakmış

olacaksın

 

Duyuru özneden nesneye, ben’den sen’e bir iletim aracıdır. Sen yahut siz, onlar değil. Aslan şiirinde ben’den sen’e ya da sen’den sen’e giden fragmanlar, kimi zaman ben’den ben’e hatırlatmalar göze çarpar. Bir tek ben, bir tek sen ve bir tek Allah vardır. Aslan şiirinde özne her zaman tekil bir denklemde belirir. Çoğulluk değil çokluğu (multitudo) gözüne kestiren bir tasarım.

Aslan’ın yeni şiirinde ölüm öznelerden sıyrılmayı başarmış görünüyor. Bu kopuş-çözülüş yeni şiirde ölümün merkezi rolünü pekiştirmiş. Evvelce, eylemyoğun ilişki içindeki ölüm şimdiyse ontolojik bir noktaya sabitlenmiştir. Ölümün hatırası, anısı gibi bir fotoğraf, yerini onun kendisine, yani hiç olmazsa ölüm haberine evriltiyor. Bu kez şair, haber veriyor. Kesintisiz, kaçınılmaz bir haber.

 

maalesef buna rağmen istenmeyen acı olay oldu

 

Turani’nin de belirttiği gibi empresyonizm, doğanın bir biçim olarak değil, edinilen izlenimin fırçayla karalanması olarak tanımlanabilir. Empresif sanat eserlerinde ince işçilik yerine kalın fırça darbeleri, figürler yerine onu andıran lekeler veya karıştırılmaya lüzum görümemiş renkler dikkat çekecektir. Aslan’ın, asansör işçisinin ölümünü araladığı şiiri ise bir üçüncü sayfa haberiyle, deyim yerindeyse yırtıldığı yerden ortaya çıkıyor. Şiirin malzemesi olarak ortaya çıkan ise bir yönüyle doğadır. Burada 17 yaşında bir asansör işçisi ve onun vahim ölümü vardır. Olanlar bir şekilde “duyurulur”. Bu haber, sonraki sayfadan itibaren Aslan’ın empresif darbeleriyle şiirleşecektir. Çoğu eser, pek çok kere bu şekilde meydana gelmiştir. Kişi yaşanmış bir olayı, kendi gözlem ve duygulanım gücünü gözeterek yansıtacaktır. Aslan burada şiiri, ona konu olan çarpıcı olayla birlikte vererek okuyucuyu sürece çekmiştir.

Toparlanmanın Şiyiri Dir’de somutlayan, parçalayan, nakleden ifade ey- lemyoğun üslupta eriyor. Söz’ün, sözcenin biçimli karmaşıklığı parlatılıp ifadenin imkânları genişledikçe açlığın boyutları beliriyor.

 

Ben gözlerine bakamadığımı söyleyemeye çalışırken

başbakanın “Kürt sorunu yoktur.”

cümlesi geçiyordu ajanslardan

 

Burada sıfırlı yıllarla beraber terkedilen ifade biçimlerinden ilki olan mübalağa mefhumunu düşünüyoruz. Kolektif bilginin hissizleştirdiği dünyada abartıya yer kalmadı neredeyse. Ne ki, 16 yaşına gelene dek ortalama dört bin ölüm haberi okuyan, izleyen, duyan bir çocuğun hangi habere şaşırabileceği, katharsis’i nerede bulacağı konusunda hem Türk şiiri hem de dünya sanatı cevapsızlığını koruyor. Aslan’ın şiirinde de bu soruya bir cevap verilmez; onun yerine yeni bir fragman belirir. Hisli bir şiir okurken ya da duygu yüklü bir haber verilirken, yoldan geçenlerin küfürlü muhabbeti, caddeden geçen araçtan duyulan yükek sesli acayip müzik, mevcut durumu nasıl etkileyecekse; Cioran’ın “müziğin verem mertebesi” dediği Chopin’den bir noktürn dinlerken okunan yatsı ezanı bizleri nereye götürecekse Aslan da bizi orada karşılayacaktır.

 

işte bilmukabele her şeyin ben

ortadan ama aldığında bir parça canım müthiş yanıyordu

 

Yine de “neyse o” olmaktan yanadır şiiri. “Kim ne derse desin”dir. Somutlama burada işe yarayacaktır. Acının yoğunlaştığı, inancın yitirildiği, ayakların terlediği an, işte Kürt sorunu vardır, portakal soymak ya da kendini hissetmek vardır.

 

yani ne güzel durmadan

sizi aydınlatmak istiyorum

fakat kimse beni ağzına almıyor

 

Aslan okuyucuyu ve kendini “yaptığı gözlemler” ve edindiği deneyimler ile “diyorum ki, hiçbir şey” noktasında bir sinizme çekiyor. Onu şekilden şekle sokan kinin, kimsesizliğin, ağlamak yollarının biçimlerini veriyor. Vantilatörü açtım o kadar üzgünüm ki ağlayamıyorum ile verdiği sözü “Hiç Emin Değilim” adlı bu şiirinde yerine getiriyor.

 

herkes birbirini anlamaya çalışıyor

çünkü televizyonlardan verilen

hiçbir haber devrim getirmez/getirmiyor

bazen bunu düşünüp olanlara ağlıyorum

-bazen öyle ağlıyor öyle ağlıyorum ki

telefonlara yetişemiyorum-

 

160_eksiktenoradan_on_hiNeil Postman, Televizyon Öldüren Eğlence adlı kitabında yeni dünya düzeninin, Orwell’in öngördüğünden çok daha farklı bir boyutta şekillendiğini öne sürer. Ona göre, izlenen, baskıya uğrayan, tereddüt içinde yaşayan toplum (“korku çağı” toplumu) yerine, aynı baskıyı içten içe hisseden fakat bunu ayırt edemeyecek denli şarj edilmiş bir toplum/yığın söz konusudur. Postman için Huxley haklıdır. Bu karşıtlık bir yönüyle Antik Yunan ve Roma uygarlığı arasındaki temel farklılığı anlamamızı sağlarsa da buna başka bir yazıda değineceğiz. Postman’ın bu görüşü, doksanlara gelindiğinde küresel bir trend haline gelen antientelektüalizmin kehaneti sayılabilir. Bilgi yerini kolektif bilgiye kaptırmış, yetkinlik, gürültü toplumu içinde sesini duyuramaz olmuş ve post-modern tavır, ağırlık merkezini yitirerek apolitik kavrayışı yüceltmeye başlamıştır. Bunda dünya savaşlarının, tüketicileşen toplumun, yıkılan duvarların etkisi yadsınamaz. Aslan şiirinde ise bu etkilerin ve sonuçların karşılaştığı, çarpıştığı ya da içiçe geçtiği kimi anlar vardır. Dünyanın yollarındakarşılaşılanbirşiirkurarİsmail Aslan.

Umutlu bir dünyada kalmaktansa belirlenemez, öngörülemez bir dünyada kalmanın şiiri kurulur. Bu biraz da düşünülen o şeyleri söze dökmek kaygısının, dünyayı hafifletme seanslarının, her şeyi yazabilmenin fakat yazmamayı tercih etmenin şiiridir.

Aslan’ın her iki kitabında da bu kehanetlerin ve sonuçların şiirini okumak mümkün. Geçtiğimiz ay raflardaki yerini alan Eksikten, Oradan için söylediklerimiz, Aslan’ın kurmaya giriştiği şiir dilinin ve deneyimlerin bir izdüşümü yahut yalnızca mütevazı bir yankı olarak duyulabilir.

 

KafaGöz 1, 2017 Kasım.

Share on FacebookTweet about this on TwitterPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someoneShare on Tumblr