Kaçış Çizgileri Üzerinde Rüzgârlı Bir Ses: İmdat Dünya!

imdat dunya ON

Şairin düşünsel yolculuğu var olanla var olması muhtemel olanı kimi zaman bir kaçış çizgisinde bir araya getirir. Guattari’nin ‘Başka Bir Olanaklar Dünyası İçin’ alt başlığıyla yayımlanan aynı adlı eserinde kavramsallaştırdığı Kaçış Çizgileri,[1] modern poetikanın özgürleştirici bir mikro-politika vizyonunu betimler. Eski dünyalardan yeni bir dünya yaratma arzusu imgelemi harekete geçirirken farklı bakış açılarına da imkân sağlar. Gerçeklik algısı sanatsal farkındalık sayesinde yeni boyutlar kazanır. Bazen gündelik hayatın sıradan olayları, şiirin kendi özgün yapısı içerisinde belirleyici ânı yakalar. İmge patlaması, şiirin deklanşörüne basan şairin zihninde aydınlanan manzaranın ışığıdır. Bu nedenle şiiri gündelik hayatın dramatik boyutunda kavrayan bir estetik beğeni, derinlikli bakış açısıyla edinilen poetik mertebenin göstergesidir.

Levent Karataş’ın Aralık 2023’de yayımlanan onuncu şiir kitabı İmdat Dünya mânâ ile maddeyi zaman boyutunda poetik füzyona uğratan bir toplamdan oluşuyor. Şair kendini birinci tekil şahıs personasında tanımlasa da her zaman bir başkalaşım içerisinde anlatının ötesine geçen bir özgünlük ve özgürlük peşinde olduğu görülüyor. Bugünü kabüllenmek, geçmişi kabüllenmekten daha kolay değildir. Çünkü geçmiş de tıpkı gelecek gibi ancak ‘tahmin’ edilebilir. İmdat Dünya isimsiz bir okura hitaben yazılmış bir pasajdan sonra bir önsözle açılıyor. Özellikle şiir kitaplarının önsözleri önemli bir tarihsel belge niteliği taşımaktadır. Bazen önsözdeki bir cümle veya birkaç kelime bütün kitabın ruhunu sergiler.

Walt Whitman’ın Çimen Yaprakları adlı şiir kitabının önsözü bu türden bir öneme sahiptir: “[ . . .] Şair geçmişe ‘Kalk ve düş önüme ki senin farkına varayım,’ der. [. . .] Geçmiş, şimdi ve gelecek birbirlerinden kopuk değildir, birbirleriyle bağlantılıdır.”[2] Kitaba adını veren şiir aynı zamanda kitabın ilk şiiri olarak çıkıyor okurun karşısına. “İmdat Dünya!” nidası bir nakarat hâlinde şiirin belkemiğini oluşturuyor. Edvard Munch’ın Çığlık adlı tablosu bir imge şeklinde beliriyor dizeler arasında. Kimi zaman bir çaresizlik hissi, kimi zaman bir çıkış arayışı şiirin içinde çoğalan soru işaretlerine dönüşüyor: “imdat dünya! / istasyonların sesimi duyuyor mu? / imdat dünya! / dünyalıların frekansı açık mı? / imdat dünya! / istasyonların işitiyor mu?”[3]

Hayalî bir telsiz anonsu karşısında cevapsız kalan sorular kitapta başka şiirlere dönüşmektedir. Titanik batarken çalmaya devam eden orkestranın müziği imdat seslerine karışmaktadır. Dünyanın cevapsız bıraktığı her soru, şair için yeni bir şiirin kaynağı olacaktır. Bu anlamda, “İmdat Dünya!” nidası aslında bir başkasından yardım bekleyen birinin haykırışı değildir. Şiirin dönüştürücü gücünün yeni bir ivme kazanması için kendi dinamiklerini harekete geçiren poetik öznenin düşünsel ve duygusal yükselişidir. “Aşk Tarifi” ve “Yeni Ev” başlıklı şiirler karşılıklı bir etkileşim içerisinde bu yükselişin lirik atılımları olarak ilk plânda yer alır. Yalnızlıkla yüzleşmenin sonuçları, tercih edilen bir durumun ciddiyetini kazanır:

hadi yeni eve taşınalım anne

cazip evlilik planlarını sabote ettim ex aşklarımın

Tiffany’de Kahvaltı filminden sıkıldığımı itiraf ettim

o yaşadığı kente döndü

soğuk menziller çiçeklendi çürük kalbimde

telefonlar yanıtsız kaldı yalnızlığa ihtiyaçtan[4]

Şairin anne imgesine yönelmesi geçmiş ile şimdi arasında kurduğu bağda belirleyici bir özellik taşımaktadır: “60 baharında enstitüde döpiyes biçen anne.”[5] Gündelik hayatın ayrıntıları şiir düşüncesini aydınlatan bir başka kaynaktır. Kişinin gününü nasıl geçirdiği onun karakteri hakkında önemli bir ipucu verir. İmdat Dünya’nın birinci tekil şahsı odasında annesini özler (evcil birisi olduğu izlemini ağır basar), Gramsci fotoğrafları biriktirir (politik kimliğe işaret eder), maaş gününe bakar (sınıfsal konuma gönderme yapar), yalancıktan televizyon seyreder (kitle iletişim araçlarının kitle kültürü üzerindeki olumsuz etkisinin altını çizer), hava durumuna bakar (gündelik hayatın yeknesaklığını ifade eder), Paris anılarını anlatır. Bu arada Baudelaire’in Paris Sıkıntısı kitabı üzerine uzun bir meditasyon yapar. Sıkıntının aslında bir ağrı olduğunu düşünür. Belki de henüz teşhis konulmamış bir kalp ağrısıdır söz sonusu sıkıntı. Sonra kendisini derinden berbat hisseder. Enerjisini tüketerek uyanır. Tükenmişlik sendromunun modern birey üzerindeki yıkıcı etkisi Paul Ricoeur’ün deyimiyle ‘artı anlam’[6] arayışı içerisinde çoğalır. Hiç dostu olmadığından şüphelenir. İmdat Dünya’nın birinci tekil şahsının durumu herkesin hayatında yaşadığı ruh hâlinin değişken bir özetidir. Bu bakımdan birinci tekil şahıs kendini diğer tekil ve çoğul şahıslar arasında dağıtır, daha doğrusu bölüştürür.

“Eski Kadıköy’ü Hatırlarsın” başlıklı şiirde samimiyet ve sahicilik unsuru zaman, mekân ve kişi boyutlarıyla hacim ve derinlik kazanır. Aynı samimiyetin sırdaşlık kavramı ile birleştiği noktada şair “iki şey oldu, biri sır sevgilim” diyecektir. Bu sayede söylem biraz daha “Kökler”e iner: Kışta – Yazda – İklimde – Mevsimde – İdeolojide – Siyasette – Kurguda – Çiçekte – Gülde – Kavgada – Ferahlıkta – Karşılaşmalarda . . . “Kökler” o kadar derinlere nüfuz etmiştir ki tek kelimelik birer imge olarak varlıklarını bilinçaltında sürdürürler. Sayfa üzerindeki sıralanışları tamamen tesadüfî olduğu izlemini uyandırır. Ancak bu tesadüf aslında bir yanılsamadır. Şiirin bir araya gelmemiş kelimelerinden kurulan “Kökler” kendi derinliklerindeki sessizliği yansıtırlar. Şiirin nesnel bağlılaşımı birinci tekil şahsın zihninde bazen sevgilisinin kendisine almasını istediği “şu motosiklet meselesi” olur, bazen de beşinci kat battaniyesidir. “Masumiyet” bahsinde ise kaçış çizgileri üzerinde ‘konuşlanan’ ve konuşan rüzgârlı ses kendisini James Dean kadar masum hisseder.

“Doğuş” şiiri daha mistik bir boyuta davet eder okuru. Ancak buradaki mistisizm kendine özgü bir hava yaratır. Biraz da panteist yaklaşım sezilir: “ışık içinde uyumaz, ruhum hayalet bir yıldızda / ürkek yaban tavşanının rüyası karışır Tanrı doğasına.”[7] Anlatılama-öyküleme ve teatral tekniklerin yanısıra mektup tarzı da şiiriyet kazanır. Halisünasyonun da şiirle doğrudan alâkalı olduğunu estetik bir yanılsama olarak görürüz. Sıklıkla tekrarlanan anne imgesiyle beraber kitabın yarısından sonra baba figürü ile karşılaşırız. Plâtonik bir felsefede ifadesini bulan Baba figürü ile Tanrı fikri (ide’si) iç içe geçmiş durumdadır. Fakat hiçbir surette Freudyen bir Baba figürü söz konusu değildir. Aynı şekilde anne imgesinin de Freudyen çağrışımları yoktur. Poetik özne psikanalitik çağrışımları olabildiğince filigran figürlere ve imgelere indirgemiştir. “İkinci Perde” başlıklı şiirde mistik ve panteist hava yerini had safhada kreşendo dramatik bir tona bırakır. Poetik özne sesini monotonluktan özellikle uzak tutmak ister. Tıpkı hayatın bin bir türlü çeşitliliği içerisinde sürekli değişen sahneler gibi, şiirsel plâna da benzer bir çeşitlilik hâkimdir. “Punk stirbt nie!” ile makaronik şiire geçiş yaparken İmdat Dünya’nın karşısına alternatif bir söylem olarak çıkar: “Punk asla ölmez!” 1970’li yılların Punk kültürü şiirde bir nostalji yaratmaktan çok bir özgürlük arzusu olarak yer almaktadır.

Mistisizm, panteizm, dramatizm ve benzeri söylemsel varyasyonlar şiire dinamizm kazandırırken çok sesli bir koro duyulur. Şair hatalarını sayıp dökerken onlardan ders çıkarma niyetinde değildir. Hatalarını olduğu gibi kabul eder. Hataların içerisine saklanmış bir “keşke” yoktur. Keşkeler için ayrı bir şiir gereklidir. Hatalar, tıpkı günahlar gibi, kefaretlerini kendi kendilerine şiire dönüşerek öderler. Hâlâ yaşadığı için şair şehri kalbi ile bombalamaktadır. Teknoloji çağından arkadaş ve arkadaşlık kavramları da şiirin dolayımına eleştirel bir yaklaşımla girer: “Arkadaşlığın ne demek olduğunu bilmemekle suçlandım.”[8] Dünyayı bir holograma benzeten poetik öznenin zihni kendi varoluşunu felsefî bir sorunsal üzerinden algılamaktadır:

ağır omuzladığım derviş yükü

ey kargaşalı ruhum

ey şarkılardan cımbızladığım hatıram

ey dünya dedikleri hologram

kimim ben, nerede babam?[9]

Kapanışa doğru yalınlaşan ses telepatik bir Afrika ritmine uzanır. Zamanın dehlizinde canlanan sahneler iskambil kâğıtları gibi birbiri üstüne yıkılır ve zihnimizde farklı sekanslarda fragmanlara ayrılan film kareleri hâline gelir. Sinema sanatı ile şiir sanatının ortak paydada buluşmasına tanık oluruz. İmdat Dünya’nın otobiyografik olduğu kadar sinematografik bir topoğrafyası var. Kitabın son şiiri olan “Manifesto” ise konformizm karşıtı bir duruş sergiliyor. Şiirin tehlikeli sulardan uzaklaşarak tatlısularda dolaşması, geç Romantik hareketin de etkisiyle lirizmin cazibesine biraz fazla kapılması, ‘metnin hazzı’nın[10] ‘estetik zevk’e üstün gelerek yapısal bakımdan ‘hazzın metni’ne dönüşmesi, Manifesto’nun temel eleştirisinin dayandığı nirengi noktaları arasındadır. İmdat Dünya kendi manifestosunu antroposen bir poetikaya dönüştürerek Husserlyen yaşam-dünyasına—[“Lebenswelt”]—göndermelerde bulunmaktadır. Bir yaşam dünyası, belli bir poetik anlam ufku aracılığıyla şiirde özel bir dünya olarak inşa edilir. Fenomenoloji anlamında, konuların içinde faaliyet gösterdiği ilgilerin tematik ufku tarafından oluşturulur. Bu nedenle yaşam-dünyasından kaçış çizgilerinin etrafında toplandığı bir ufuk olarak söz edilebilir. Bu aynı zamanda bir itirazdır. Şiirler farklı varyasyonların birleştiği söylem çatısının üzerinde rüzgârgülleri gibi arzu duyulan bir hayatın menzilindeki sürekli değişen istikameti göstermektedir. Kafka’nın Şato’sunda Kafka’nın Dava’sını gören gizli bekçi Modernite merkezinde Manifesto’nun muhatabı ve temel karakteridir:

Sana mutlak iyi bir şey söylemeliyim:

Başka bir sosyolojide yaşayamayız biz, gizli bekçi.[11]

Başka bir sosyoloji ve sosyo-analiz, başka bir psikoloji ve psikanaliz gerektirir. Guattari’nin arzu yüklü kaçış çizgileri ufkun birleştiği noktada toplanmaktadır. Ruhsuz dünyanın çarklarının kırılıp parçalanması ruhsuz söylemlerin yok edilmesiyle mümkündür. Şiir her daim yeni bir mücadele türü olarak işlev görür. Kaçış çizgileri dünyadan kaçış değil, tam tersine onu farklı bir Rönesans (Yeniden Doğuş) tablosu gibi şekillendirecek perspektifin poetik konturlarıdır.

 

 

 

KAYNAKLAR

Baudelaire, Charles, Paris Sıkıntısı, Çev.: Tahsin Yücel, Adam Yayınları, , Dördüncü Basım, Mayıs 1996.

Guattari, Felix, Kaçış Çizgileri: Başka Bir Olanaklar Dünyası İçin, Çev.: Işık Ergüden, Otonom Yayıncılık, 2014.

Karataş, Levent,  İmdat Dünya, 160. Kilometre Yayınları, Aralık 2023.

Ricoeur, Paul, Yorum Teorisi – Söylem ve Artı Anlam. Çev.: Gökhan Yavuz Demir, Pinhan Yayıncılık.

Barthes, Roland, Yazı Üzerine Çeşitlemeler – Metnin Hazzı, Çev.: Şule Demirkol, Yapı Kredi Yayınları, Birinci Basım, Ocak 2006.

Whitman, Walt, Leaves of Grass, The Original First (1855) Edition Edited, With an Introduction by Malcolm Cowley, Penguin Classics, 1986. [Önsözden alıntının Türkçe çevirisi: Volkan Hacıoğlu.]

[1] Felix Guattari, Kaçış Çizgileri: Başka Bir Olanaklar Dünyası İçin, Çev.: Işık Ergüden, Otonom Yayıncılık, 2014.

[2] Walt Whitman, Leaves of Grass, The Original First (1855) Edition Edited, With an Introduction by Malcolm Cowley, Penguin Classics, 1986, s. 12. [Önsözden alıntının Türkçe çevirisi: Volkan Hacıoğlu.]

[3] Levent Karataş, İmdat Dünya, 160. Kilometre Yayınları, Aralık 2023, s. 12.

[4] A.e., s. 17.

[5] A.e., s. 18.

[6] Paul Ricoeur, Yorum Teorisi – Söylem ve Artı Anlam. Çev.: Gökhan Yavuz Demir, Pinhan Yayıncılık, s. passim.

[7] A.g.e., s. 37.

[8] A.g.e., s. 70.

[9] A.g.e., s. 72.

[10] Roland Barthes, Yazı Üzerine Çeşitlemeler – Metnin Hazzı, Çev.: Şule Demirkol, Yapı Kredi Yayınları, Birinci Basım, Ocak 2006, s. passim.

[11] A.g.e., s. 79.


Bu inceleme Varlık dergisinin Ocak 2025 sayısında yayımlanmıştır.

Share on FacebookTweet about this on TwitterPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someoneShare on Tumblr