Gestalt psikolojisi üzerine uzmanlığını yapmış Alman sanat kuramcısı Rudof Arnheim, kavram oluşturmanın başlangıcının “şeklin algılanması”nda yattığını öne sürer. Algılar aracılığıyla dışdünyaya dair zihinde üretilen kalıp “biçim”in olduğu gibi soyut düşünmenin de başlangıcıdır. Bu yüzden biçimin tarihi insanlık tarihiyle özdeştir. Belirli durumlar için kesin olarak belirlenmiş biçimlerin olamayacağını da öne sürüyor olsanız biçim fikrinin içinden geçmek zorundasınızdır.
Peki, biçimin tarihi gerçekten yazılabilir mi? Hele ki böylesi bir tarihsel sürecin izi şiirde takip edilebilir mi? Eğer ki yapılabilirse Türkiye’de şimdiye dek böyle bir çabaya girişilmiş midir ya da yola çıkış için gerekli ipuçları neler olabilir?
Erhan Altan’ın Ölçü Kaçarken kitabı bu soruları yük olarak sırtında taşıyor. Şiir sanatı özelinde bu konuya yaklaşmak benim için zor. Bununla birlikte, bir sanat tarihçisi olarak, “biçim”le ilgili her türlü sorun ilgimi çekiyor. “Biçim”in tarihi olarak yazılmış sanat tarihi ekolüyle başa çıkmaya çalışırken karşıma çıkan Erhan Altan’ın kitabı bu yüzden bir kez daha değerli oldu benim için. Orada kafamda dönüp duran bir takım izlekleri takip edebildim. Açtığı parantezlerde, sorduğu sorularda, soruyu soruş biçiminde sayısız yeni olanak gördüm.

 

“Biçim”in Tarihinde
Arnheim’a göre, dış dünyada gördüğümüz biçimler algımızda ürettiklerimize nadiren tam olarak uymaktadır. Yuvarlak, kare ya da küre biçiminde tanımladığımız dünya üzerindeki formların çoğu aslında algı mekanizmamız tarafından üretilmiş idealleştirmelerle ortaya çıkar.[1] Genellemelere dayanmaları yönüyle etrafımızda dönen dünyadaki her türlü örüntüyle ilgili olan biçim algısı geçmiş deneyimlerimizle belirlenmektedir. Biçimi üreten görsel algımız benzerlikleri görüp farklılıkları ayırt ederek soyutlamalar yapar ve böylece şemalar oluşturur.[2] Biçimlerin bu şekilde genel kategoriler altında birleşerek anlamlı bir şema oluşturması bizi bütün sanat tarihinin bir şekilde algı tarihiyle çakıştığı düşüncesine getirir. Crary de, Gözlemcinin Teknikleri çalışmasında bu noktaya dikkat çeker. Tarihsel süreçte sanat algısında ve somut olarak sanat yapıtlarında oluşan biçimsel değişimleri, görmenin kendisinin uğradığı biçimsel değişimle ilişkilendirir.[3] Buradaki “görme” vurgusunu sosyal dünyadan etkilenen bedenin diğer algılarıyla birleştirdiğimizde daha genelleştirilmiş bir poetik kurguya ulaşabiliriz.
Erhan Altan da böyle yapıyor; “modernite”nin farklı görünümleri altında bir araya gelmiş sayısız olguyu sezgisel bir uzanışla bir araya getiriyor, derliyor. Analojiler üretirken bunların mutlak olmadıklarının altını özellikle çiziyor:
“Bu analojiler biçimlerin ve biçim tarihinin salt kurgusal olmadığını, ilk bakışta birbirinden bağımsız gibi görünen farklı alanların tarihsel gelişimlerinin biçimler üzerinden ilişkilendiğini göstermek amacını taşıyor.”[4]
Kitabına bedenle nefes arasındaki ilişkiyi arayarak başlayan Erhan Altan algının önceliğinden yola çıkarak aruzdan itibaren önce hece ölçüsünü, ardından serbest nazımı, sonrada özgür konuşma ritmi ve parçalanmış mısra olarak ele alabileceğimiz 50 sonrası dönemi ifadelendiren ayrımlarla kitap boyunca ritim duygusunu takip ediliyor. Ritmin bedenin hareketiyle ilişkisi, toplumsal yaşantıyla bağı şiirde biçimin değişim evreleriyle paralel olarak ele alınıyor.
“Gittikçe artan hız tarafından programlanan toplumsal zamanın hareket tarzlarını etkilemesi gibi, düşünceler tarafından yönlenen konuşma da mısranın hareketini etkilemiş olsa gerek.”[5]
Beraber yürüyen çiftlerin hareketiyle şiirde ritmin yarattığı olanaklar, Osmanlı yaşantısının fesli döneminden şapkalı dönemine geçişe denk gelen hece ölçüsünün kabulü ve aşılması… Bütün bu olguları birbiriyle ilişkilendirerek biçim tarihi için yollar arıyan Altan, sosyal yaşantıyla örnekler üzerinden böylesine güçlü bağlar kurarken özellikle Hans-Jost Frey’in Ritim “Üzerine Dört Çeşitleme” kitabından şu satırları referans olarak gösteriyor:
“Bir iktidar aracı olarak ölçü, hareketin tekrarlı tekdüzeliğini tahmin edilebilir, ölçülebilir, kontrol edilebilir kılar.”[6]
Şiirle yaşayan biri olarak Erhan Altan’ın “Bu kitabı yazmayı nasıl bana bıraktılar?” sorusu bu noktada çok can alıcı görünüyor. Bunu kendine ödev olarak gördüğü ve bıçağın keskin ucunda dolaşmayı seçtiği için kişinin uğraştığı alanla arasında çok güçlü bağlar olmalı.

 

Kaçan Ölçünün Peşi Sıra
Öte yandan Türkiye şiir geleneğinde böylesi bir incelemeye şimdiye dek girişilmemiş olmasına çok şaşırmıyorum. Türkiye’de hangi sanat geleneği böylesi özel alanlar üzerine yoğunlaşarak çalıştı ki bugüne dek. Hangi kürsü poetik olarak çerçevesini çizdiği bir konuda akademik zorunlulukların sınırlarını aşan, tartışmaya dayalı ve gündelik yaşamda karşılık bulan bir araştırma yürüttü? Plastik sanatların sınırlarını aşarak bütün sanat alanlarına yayılan “biçim kuramı” üzerine bugüne kadar mesafe kat edecek ne yaptık?
“İçsel olan, dışsal olanda parıldar ve kendisini dışsal aracılığıyla bilinir kılar.”[7]
Bu konuda Hegel’in sözü bizim için yeterli olmuş gibidir. Keza Estetik notlarında filozof “biçim”e değindiği yerlerde çok katı bir tutum sergiler. Hegel’e göre sanat yapıtında biçim, bize dolayımsız olarak sunulan şeydir. Yapıt olarak adlandırılan şey için “biçim” sadece bir başlangıç anıdır. Çünkü sanat yapıtı biçimsel olarak karşımızda duran nesnenin “kendisi” ya da “dışsal olarak olduğu şey” değildir. Biçim aracılığıyla varlığa gelen “tin”dir nesneyi sanat yapıtı kılan; “biçimi donatan anlam”dır. Bu noktada Winckelmann’a dönerek, sanat tarihinin “biçim” üzerine yaptığı araştırmaya odaklanması da bir ilinektir.[8] Bu yüzden bizim poetik dünyamızda biçim yolculuğu çok kısa süre kalınan bir durak olabilir sadece. Yakından bakıldığında Türkiye sanat tarihi geleneğinde bile bunun böyle olduğu görülebilir.
Altan’ın giriştiği çaba konusundaki bir diğer başarısı incelemesini yaparken usta bir dil işçiliğiyle ne söylemek istediyse tam olarak onu söyleyerek müphemliklere yer bırakmamasından geliyor. “Biçim”in üzerine giden bu kitap biçimin dilsel oyununu kuralına göre oynuyor, ki sonunda onu çözerek ortadan kaldırabilme şansı elde edebilsin. “Şiirimizde Yürüyüşler”, “Şapka Çıkar Türk Şiiri”, “Şehir Hatları” ve “Şarkiden Garbiye, Rast’tan Rastlantıya” ara başlıklarını taşıyan kitap Altan’ın daha önce Heves dergisinde yayımladığı yazıları temel alsa da, Türk şiirinin divan edebiyatından bu yana geçirdiği evreleri biçim yönünden ele almaya çalışan bu denemeler büyük bir yapıtın ayak sesleri olarak da görülmeli bana kalırsa.
Şiir tarihimizde biçime yaklaşırken algıya dair önerdiği katmanlı yaklaşımla Altan’ın çalışması çok daha derindeki soruları uyandırıyor. Merleau-Ponty’nin Sartre’ın Varlık ve Hiçlik’ine işaret ederek aktardığı gibi, “Limonun sarılığı limonun niteliklerinin hepsine bulaşır, limonun her niteliği öbürlerine bulaşır. Limonun ekşiliği sarı, sarılığı ekşidir; bir pastanın rengini yeriz…”[9]
Eğer gerçekten “kavram oluşturmak” istiyorsak yediğimiz pastanın rengine geri dönmeliyiz.


1. ARNHEIM, R. Görsel Düşünme, (Çev. Rahmi Öğdül), İstanbul: Metis Yayınları, 2007, s. 43-44.
2. ARNHEIM, R. a.g.e., s. 87.
3. CRARY, J. Gözlemcinin Teknikleri – On Dokuzuncu Yüzyılda Görme ve Modernite Üzerine, (Çev. Elif Daldeniz), İstanbul: Metis Yayınları, 2004, s. 17.
4. ALTAN, E. Ölçü Kaçarken – Şapka, Şarkı, Şehir, Şiir, İstanbul: 160. Kilomotre Yayınları, 2011, s. 10.
5. ALTAN, a.g.e., s. 28.
6. ALTAN, a.g.e., s. 35.
7. HEGEL, G.W. Estetik – Güzel Sanat Üzerine Dersler, (Çev. Taylan Altuğ, Hakkı Hünler), İstanbul: Payel Yayınları, 1994, s. 20.
8. HEGEL, G. W. a.g.e., s. 63.
9. MERLEAU-PONTY, M. Algılanan Dünya, (Çev. Ömer Aygün), İstanbul: Metis Yayınları, 2005, s. 30.

Kitap-lık, Mayıs 2012, 160. sayı.

Share on FacebookTweet about this on TwitterPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someoneShare on Tumblr