Sorular: Kerim Akbaş / Kaan Koç

 

160. Kilometre nasıl ve neden kuruldu?

Ali Özgür Özkarcı: Nasıl’dan çok nedeni önemli galiba. Pan Yayınları’nda Pan/heves olarak devam ettiğimiz dizi, pek içimize sinmeyen işleyiş koşulları nedeniyle akamate uğramış, biz de oradan ayrılmaya karar vermiştik. Heves dergisi zaten kapanmıştı, hem Ömer hem ben, yeni bir mecra yaratma arayışındaydık, önce dergi çıkaralım dedik ancak heves’in hemen ardından bir dergi projesine girişmek pek kolay olmayacaktı. Tabii bunun sonradan farkına vardık, yani dergi fikrinden vazgeçince ;)

Asaf Halet Çelebi alınmasın ama, onun gibi söyleyecek olursam; ne dergi ne yayınevi, hem dergi hem yayınevi :) Aslında kitap mı, yoksa dergi mi yayımlayacağınızın pek bir önemi yok. Ana akım edebiyat ile aranızda mesafe varsa, kısacası öyle veya böyle bir iddianız varsa yayıncılık yapmaktan başka bir şansınız yok. Üstelik biz bunu şiirle de sınırlandırmak istemedik; roman, öykü, biyografi gibi birçok yazın türünde yayın yaparak başımızı belaya soktuk. :)

Ömer Şişman: Evet, heves’ten sonra tekrar dergi çıkarma fikrinden kısa sürede vazgeçtik. Heves’teki birikimin etrafa saçılmadan, güçlü bir çatı altında sağlıklı biçimde kitaplaşması daha önemliydi.

 

Heves’in yerini hiçbir dergi dolduramadı, bir sığınaktı. 2003-2010 arasını iyi çalışmış kimseler için Heves’in yeri asla yadsınamaz. Heves’ten bugüne neler değişti, neler aynı?

Ömer Şişman: Uzun bir konu. Özetlemeye çalışayım. Önce 2000’lerin başındaki edebiyat ortamına bakmak lazım. 2000-2003 arası gibi, bir dönem, yazmaya yeni başlamış bir şairin şiirini yayımlamak isteyeceği hemen hemen hiçbir yaygın dağıtım yapan dergi yoktu. İnternetin de Türkiye’de ilkçağları sayılır. Varlık, Kitap-lık gibi kurumsal platform dergilerine gönderiyordu gençler şiirlerini. Kitap-lık o zamanlar iki aylık bir dergiydi ve çok da yer vermezdi gençlere. O dönem Turgay Fişekçi yönetimindeki Adam Sanat’ta yazılan şiire baktığımda ise “Şiir buysa ben almayayım” diyordum, çok ağdalı bir yüksek sanat baygınlığı vardı, o yaşta hiç şiir göndermediğim için memnun olduğum bir dergidir. Israr ettikleri genç şairlerin de tamamı fiyaskodur. Varlık’ta iki ayda bir “Ustaların Seçtikleri”, E dergisinde başlangıçta Metin Celal’in, sonradan Orhan Alkaya’nın idare ettiği “Şiir Noktası” köşesi vardı. “Ustalar” genellikle birörnek tavsiyelerde bulunurdu: “Sözcük ekonomisini gözetin, imge çalışın vs.” Bir tek Enis Batur’un bir sözü kalmış o köşeden aklımda, mealen “Döneminden ileri olan her iyi şiir, çeviri şiir hissi bırakır” gibi bir sözdü. (Enis Batur’un kastettiği bu değil ama çeviri şiir okumayı da, ta baştan beri çok severim. Bizdeki “Şiir çevrilmez, çevrilirse şiir olmaz” hurafelerinden de hep sıkıldım.) Geçelim. İşte iki ayda bir, bu köşelerde yer aldın, aldın. Bu dergiler de bir iki sayfadan uzun şiire sayfa sınırları gereği pek yer vermezdi. Halbuki dolmuş taşıyoruz, ne bir sayfası, neyin lirizmi, kısa şiiri. Türk işi haikunun patladığı dönem de bu dönem, bunu da aklımızda tutalım. İlk hatırladığım, bu sisi aralamaya çalışan dergilerden biri Ağır Ol Bay Düzyazı oldu. Son üç-beş sayısı elbette. Yeni bir şeyin gelmekte olduğunu hisseden bir dergiydi. Bu nedenle son üç sayısında kimi sayfaları kötü şiir basmaktansa siyah basmayı tercih etti. Nefes aldırdı doğrusu. 2003 yazında 2000’ler şairlerinin emekleme ürünlerinden bir kısmını yayımlamış olarak yayın hayatına son verdi. Kasım 2003’te ise Heves başladı ve 7 yıl sürecek ömrü boyunca yeni şiirin farklı aktörlerine yuva oldu. Bu dönem boyunca Ücra, Poetikhars/Zinhar (birkaç sayı dergi de çıkarmış olsalar da esas web üzerinden önemli bir mecra oldular), Gak, Cehd gibi dergiler çıkaran şairler, aynı zaman diliminde Heves’te bir araya geldi, ürünlerini yayımladı. 2008’de Mahfil’de daha da geniş tabanlı bir toplam, bu defa tartışmak için bir araya geldi, Mahfil’in de çok önemli bir misyonu vardı.

Lafı uzatmayayım, Heves yeni ve çok heyecanlı bir şiirin başlangıç noktasına tekabül ediyor. Her zaman olmaz. Anlamlandırma çabası sürecektir. Hepimiz için sığınaktı, yuvaydı kuşkusuz. İlk ciddi adımlarımızı orada attık. Mevcut yapısıyla doğal ömrünü tamamladığımızı düşündüğümüzde de son verdik. Bir şerh düşerek: “Son söz yerine: Ne demişler: ‘Başlangıç varsa, son da vardır.’ Ama bunca birliktelik, ortak emek, başka başka şekillere bürünecek, yeni yapılar/dergiler doğuracak. Burada birikmiş enerji nereye çekilirse çekilsin, nereye giderse gitsin; tek değişmeyen şey ‘heves’i olacaktır.”

160. Kilometre’ye bu gözle de bakılmalı. Heves’i oluşturan isimlerin tamamına yakını 160. Kilometre çatısı altında bir araya geldi.

Heves’ten bugüne neler değişti? Şu an böyle geniş tabanlı bir dergi yok. Uzun süre de mümkün gözükmüyor. Dergiler çıkmıyor gibi çıkıyor. Fazla heyecansızlar. Heves’te monolitik bir şiir yazılmıyordu. Farklı kanallar vardı. Bu kanallardan bazıları sulandırılarak çoğaltıldı. Hazır lokma haline getirildi. Öyle ki başta biz sıkılıp o kanallardan bazılarına sırt çevirdik.

Bir şey daha eklemek istiyorum: Biz heves’i sonlandırıp 160. Kilometre’yi kuranlar, yaptığı bir şeyi iyi yapmakla huzura erebilen insanlar değiliz. Rahatsızız. Bir dergi başarılı oldu diye Coca-Cola’nın formülünü bulmuş gibi “Ben bu dergiyi bu şekliyle 100 yıl çıkartırım” diyemeyiz. O dergiyi değiştirmek dönüştürmek öldürüp yeniden doğurmak isteriz. Her şeyin bir miadı var. İnsanoğlu kendi kurduğu mecranın esiri olmamalı, o, adı üstünde, bir mecradır.

Ali Özgür Özkarcı: Ömer’e katılıyorum. Heves dergisi tarihsel olarak önemli kırılma noktalarından birine işaret ediyor. Dergideki onca imza, şiire dair fikirleri farklılık gösterse de, şiirin sınırlarını zorlama konusunda asla geri adım atmadılar. Bir tavır birliği denilebilir, heves için.

 

Yaptığınız iş oldukça zor. Şiir basan yayınevleri bir tarafa, genç şiire selam verecek editör dahi yok. Bu anlamda giriştiğiniz iş oldukça zor ama bir o kadar da anlamlı. Bir ses, bir deneyim, bir kavga devam ediyor 160. Kilometre ile. Nedir bu işin içinde olmayanların bilmediği zorluklar?

Ömer Şişman: Mali/idari zorlukları listeleyip sıkmak istemem. Yalnız çok karşımıza çıktığı için dağıtım meselesinden bahsedeyim kısaca: Bugün (22 Nisan 2016) itibariyle dağıtımcı Prefix’in stoklarında 117.915 ayrı çeşit kitap var. Bir kitapçı bu kitapları seçip eleyip 60 bininden 5’er adet rafına koymaya kalksa 300.000 kitabı teşhir etmesi gerekiyor dükkânında. Kitapçının daha ziyade satış odaklı düşündüğü de malum. Bu genelde atlanan bir detay. Dahası, bir kısım okur rafın kitapçıya değil yayınevine ait olduğunu sanıyor. Beş senedir “Kitabınız bilmem şu kitapçıda niye yok?” sorusunu yanıtlamaya çalışıyoruz. 20 küsur yıldır kitap satın alıyorum. Yayıncısı yayın faaliyetine devam eden, baskısı tükenmemiş bir kitabı bulamadığım hiç olmadı. Okurun zorlaması, sipariş etmesi, siparişinin takipçisi olması gerekiyor.

 

Kurulduğunuz günden bugüne, okuyucu davranışları açısından olumlu, olumsuz sizi şaşırtan ne gibi gözlemlere tanık oldunuz?

Ömer Şişman: Çoğunlukla dar bir çevrenin büyük sevgisiyle devam ettik yolumuza. Çat kapı gelip kitap alan okurlar, basımı geciken kitaplar için sosyal medyadan hesap soran okurlar, dondurma çubuklarına kitap kapaklarımızı çizip kendine ayraç yapan okurlar, en şaşırtıcısı, 1 Mayıs’ta bizim için pankart açan okurlar… Bunlar ilk aklıma gelenler. Türkiye’de güzel olan her şeyi bir an önce boğmak öldürmek isteyen bir güruh da vardır. Onların narsistik hezeyanlarıyla vakit kaybetmiyoruz.

 

Türkiye’de bugünün şiirine baktığınızda fotoğrafta ne görüyorsunuz? Şiirin bugünü hangi sorunlarla karşı karşıya?

Ömer Şişman: Bunu ikinci soruda kısmen yanıtlamıştım. Ekleyebileceğim şu: bugün belagat ve parodi yoğun (ki bugün yazan çoğu parodicinin atası çok yanlış anladıkları Mehmet Davut Özdal’dır) bir şiir yazılıyor. Belagat da dinlerim ama vasat zekânın belagati çekilmiyor. İkincisi, şiirin temel güdülerinden biri kendine saldırmaktır. Dergilerde gördüğüm şiirlerde yüzleşmeye rastlayamıyorum pek. Kendine âşık personalardan sıkıldım. Kişiselliğe evet, ama bu mu yani? “Sen mi büyüksün, ben mi İstanbul!” demedikleri kaldı. Kendine saldıran da İsmet Özel gibi saldırmaya çalışıyor. Ya da Psikolojiye Giriş 101’i okumuş, şablon şablon yazıyor. Basit bir market alışverişini anlatırken de kendine saldırabilirsin.

Ali Özgür Özkarcı: Sorunuzun Oktay Rifat’a veya 50’lerde yazan şairlere sorulan gazete soruşturmalarını andırması hoş olmuş: “Şiirin bugünü hangi sorunlarla karşı karşıya?” Bence, “Ordu göreve” diyen bir şair yok. İyi ki yok :)

Konuya dönersek, Ömer’e katılıyorum, özellikle parodi yoğun bir şiir yazılıyor. Aslında, Ömer’in kastettiğini bir şekilde edalı şiir olarak algılıyorum. Mesela 2000 sonrası şiirde Metin Eloğlu gizli şifrelerden biri olmuştu. Ama o tür bir şiirin bir eda ve mimik, hatta poz üreten bir şiir olduğunu belirtmek gerek. En önemli mesele, bu şiirin teknik olarak (modern veya postmodern tartışması bu bağlamda çok eklektik kalır) bir sıçrama yapmaktan uzak durması. Tekniğin azaldığı yerde edalı bir şiir devreye giriyor sanki.

 

Hiç kitabı olmayan bir şair niçin kitabını bastırmakta ısrarcı olsun?

Ömer Şişman: İçten gelen bir baskı ve zorunluluk duyduğu için. Kimseyi umursamadığı için.

 

Bir tavrınız var ve bu oldukça güçlü, arkası oldukça sağlam, zemini net bir tavır. Bu tavır göz önüne alındığında kitap basmak için temel kriterler neler?

Ömer Şişman: Yemek tarifi yapar gibi kriter maddelemek saçma olur. Genelde şöyle yanıtlanıyor galiba böyle sorular: dil hassasiyeti taşısın, geçmiş şiirin birikiminden yeni bir şiir damıtsın, nitelikli bir bakış içersin vs vs. Biri gelir kriterleri bozar, aklınızı başınızdan alır. Tabii buradan her bastığımız kitabın aklımızı başımızdan aldığı sonucu çıkartılmasın :) Kimsenin 5 yılda 62 kez aklı başından alınmaz. Kimi zaman temsil kabiliyetini dikkate alıyoruz, kimi zaman ilk kitapta barındırdığı potansiyeli.

Ali Özgür Özkarcı: Şöyle söyleyeyim; üç türlü butik yayın yapan şiir dizisi var. Biri, sadece kendi kafasına yakın olanları basar, bunlar kapalı devre yayıncılık yaparlar, bu biz değiliz. Biri, ana akımlaşmış çizgideki şiirleri basar, şiire dair fikirleri pek yoktur, para ile editörlük yapan yayıncılardır, kesinlikle bu da biz değiliz. Bir de, bizimki gibi, 60 küsur kitap basıp batma noktasına gelmiş, tek bir çizgiye saplanmayan (heves’te de böyle bir yek çizgiden bahsedilemezdi), değerlendirdiği dosyaları, şairin samimi bir dil ile numaraya kaçmadan kendi dünyasını anlatabilmesi üzerinden değerlendiren bir yayıncılık çizgisi mümkün. Ama yayın çizgimiz ekseri, olay odaklı, günceli anlatmayı seçen, gerçekçi bir çizgide seyrediyor. Yalnız, bastığımız 62 kitap için “şiir değerlendirme tüzüğümüz” yok açıkçası ;)

 

Herhalde 160. Kilometre ile ilgili en çok tartışılan konu İzzet Yasar. Gelen eleştirilere cevabınız ne?

Ömer Şişman: Ben bir sorun görmüyorum. İzzet Yasar düşüncelerine katılmadığım ve aynı zamanda düşüncelerini yazmasından çekinmediğim önemli bir şairdir. Yok olmasını mı isteyeyim? Ece Ayhan yaşasaydı basmamalı mıydık? Yasar’ın önceki kitaplarını, en azından Başka Akıl Peşinde’yi, Dil Oyunları’nı okumadığı anlaşılan insanların “sergilediği” infial cahilce. Bunların bir kısmının dünün Yetmez Ama Evet’çisi olması da ayrıca gülünç.

Ali Özgür Özkarcı: Gelen eleştiriler neymiş bir de onu bilseydik iyi olurdu, Yasar’ın Gezi’den beri fütursuzlaşmış tivitlerinden bahsediyorsunuz galiba. Ben, çok önemsemedim açıkçası. Çünkü o tivitlerde fikir yok, fikrin olmadığı şeyin tartışması ne olacak ki! Kaldı ki bir şairi neden basıyorsunuz diye bir eleştiri mi olur, eleştiriyi getirenlerin de çoğu bizden çok İzzet Yasar hayranıydı bir zamanlar. Ne tuhaftır ki, Yasar’ın şiiri üzerine övgü dolu olmayan bir yazı yazan, hatta onu liberal bir sapma olarak gören bir kitap da çıktı bizim dizimizden. Okumanızı tavsiye ederim :)

Şöyle bitireyim, ben İzzet Yasar’ın şiirini önemserim, ama siyasi fikirlerini çok sığ buluyorum.

 

Diri Ozanlar Derneği, sayı: 1, Mayıs-Haziran 2016.

Share on FacebookTweet about this on TwitterPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someoneShare on Tumblr