Osman Konuk’un yeni kitabı Sıfır İroni “Anlatmaktan vazgeçmeden anlatılamaz” ihtarıyla başlıyor. Bunda bir ironi mi aramalıyız. Çok da gerekli değil bence. Osman Konuk şiirleri hakkındaki her yazıda illa kullanıldığı için maalesef “klişeye” dönüşen ironiyi burada da bir siftah kavram olarak kullanmanın pek de bir anlamı yok. Evet, Osman Konuk şiirinde ironi var. Ancak var diye o şiiri ironiye indirgemenin bir âlemi yok. Tıpkı kitabın ismine ve girişindeki ihtara benzer bir haksızlık yapmanın anlamı olmadığı gibi… İşte böylece ihtara uyduk. Anlatmaktan vazgeçtik. Yani anlatmak adı altında zaten söylenen ezberleri tekrar etmemeye çalışacağız. Nasipse anlatmaya başlayabiliriz.

İki bölümden oluşuyor kitap. İlk bölümde Osman Konuk ile yapılan söyleşiler ve onun çeşitli soruşturmalara verdiği cevaplar yer alıyor; ikinci bölümde ise Heves dergisinde başlayıp İtibar’da sonlandırdığı Küllük yazıları var.

Şairlerin “sosyal bilimci” edasıyla konuştuğu bir çağda “şiiri” gibi konuşup yazan bir şairle konuşmak başlı başına bir ziyafet. Bu anlamda Süleyman Çobanoğlu’nun da benim açımdan farklı bir yeri vardır. Ahmet Haşim’in denemelerini bu anlamda önemserim. Osman Konuk’un Sıfır İroni’si ise bilhassa Küllük bölümüyle kısa listeme bir satır daha eklememi sağladı. Cemal Süreya’nın 999. Gün Üstü Kalsın adıyla da yayımlanan günlüğüne de uzaktan akraba olan Küllük; kısa, dinamik dille, izlenimci ressamları çağrıştıran bir üslupla ilerliyor. Işığın geldiği yöne ve miktarına, ressamın konumuna göre değişen izlenimci resimlerde olduğu gibi Küllük’te de Osman Konuk’un vizyonunu takip edebileceğimiz deneme-günlük-not-kronik karışımı bir lezzet var. Ancak bu kadar farklı edebiyat türünün aynı anda hatırlanması “melez” bir metinle karşı karşıya olduğumuz anlamına gelmemeli. Osman Konuk şiirini nasıl yazıyorsa Küllük’ü de aynı kaygıyla/keyifle/coşkuyla/merakla kaleme alıyor. Küllük’te şiir hayattan bağımsız bir kategori değil. Ne şiirinde ne de Küllük’te “şair”cilik oynayan, şair olmayı şiirinin bile önüne koyan biri değil Osman Konuk. Sıfır İroni’de de bundan farklı bir tavır beklemiyordum ve çok şükür ki hayal kırıklığına uğramadım. Samimiyeti istismar etmeyen bir samimiyetle yazıyor ve konuşuyor Osman Konuk. Bunu başarmak da esasen her yiğidin harcı değil. “Ben samimiyim, bakın bu kadar da samimi olunmaz ki” diye bağırmayan, mazbut bir çay ocağında şöyle tavşankanı bir çayı yudumlarken yapılan sohbetleri hatırlatan bir yazı. Kendisiyle yapılan röportajlarda ve cevap verdiği soruşturmalarda da bundan farklı değil Osman Konuk’un tutumu. Sıfır İroni bu bakımdan sadece Osman Konuk’un şiirlerini okuyanlara hitap eden bir kitap değil. Güzel bir kitabı okumanın lezzetine varmak isteyenlerin de lezzet alabileceği bir kitap. Zaten bu yazıda Osman Konuk’un şiirinden, şiir hakkındaki görüşlerinden bahsetmek yerine doğrudan doğruya kitabın bende bıraktığı izlenimler topluluğundan bahsetmeyi uygun gördüm.

Bu kısa yazının formatı uygun olamayabilir ama içimde kalmasın diye editöryel bir tercih hakkında kısa bir mütalaa sunmak isterim. Söyleşilerin ilk bölümde olması editörün tercihi mi bilemem ama ben kendi adıma bu kitaba editörlük yapsaydım ilk bölüm olarak Küllük yazılarını tercih ederdim. Zira söyleşilerden önce Küllük bölümünün okunması kitapla okur arasındaki bağlantıyı daha da güçlendirir gibi geliyor bana.

Madem yazıya kitabın ilk cümlesini alıntılayarak başlamıştım, son cümleyi tekrar ederek bitirmek de farz oldu demektir. “Bu tuhaf yazı tecrübesi burada bitiyor.”

 

İtibar, 15. sayı, Aralık 2012.

Share on FacebookTweet about this on TwitterPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someoneShare on Tumblr