defbeyinDüşünce ve tarz; zorunluluk ve sahicilik; tempo ve saflaşma sözcüklerini sıralayalım ve birini selamlayalım: Efe Murad. Kıymeti bana içsel olarak çok net olan bir şeyi açıklamaya çalışacağım, şöyle bir deneyecek ve diyecek olursam: def-beyin, bence, ne kadar hızlanabileceğini deneyen değil, hızlanmaya zorunlu birinin kitabı; soruyu değil sorunu yakalayan (sorudan değil sorundan fırlayan) düşüncenin sahici temposu; bir tarzın sayıklamasından ziyade, ortaya çıkış koşullarını raporlayarak hızlanışı. Hem de “yamuk bakan” bir fragman dümbeleği gibi görünmeden. Bir şeyin edep yerini kapayamadan açığa çıkacağı kıvrımı sapıkça zorlayarak, ama çok zorlanmadan, apar topar: Aceleye getirerek değil, saflığını yitirmesine fırsat vermeden. Birkaç gün önce okudum bu kitabı, başa alınan okuma önerisine uyarak. Şimdi elimde kitap yok, kaybettim, okuma önerisi “bir kerede, hızla okumak” gibi bir şeydi, tam alıntılayamıyorum. Ama hızın bir alıştırma değil, aktif fikrin mizacı olarak karşımıza çıktığı bu kitap öyle okunmalı.

Hız formülleri yükselme için genelde dikey bir plan çıkarır ve kitabın okunuşundaki zamansallığa sığınır. Ama def-beyin’deki hızın bir formülü yok, içselliği var, zorunluluk bu içselliğe dair, kaçınılmaz biçimde etkileşimde olan duyguların saflaşma hallerini kaçırmamanın dramı bunu gerektiriyor sanırım – kendini gidişata açmanın sonucu da denebilir. Yöntemi yok demek zor, hem neden olmasın, ama yönteminin dinamizmi kılavuz güdümünde değil, raporların düzenlenişi şeklinde, kusurluluk aramıyor kusuru zaten buluyor, bu “zaten”in düşünceyle içlidışlılığına parantez açmıyor, üstüne basıyor, kusura doğru yürümüyor, kusurun iteklemesiyle yürüyor. Yani kusurun tematik çölünden kaçmayı başarabilen nadide kusurlu kitaplardan biri; mükemmellik derecesinde kusurlu derdi okuyan bir Fransız olsa. Hareketin zorunluluktan ve sapıkça sahicilik diyebileceğim bir yoğunlaşmadan çıktığı bu şiir kitabını “okumaya çalışmak” zor, ama “kendini okumaya bırakmak” kolay, ikincisini keşfetmek bir okurun başına gelebilecek en güzel şeylerden biri bence. Ama kendi çok zorlanmayışını okura önerebilen bir kitabı bulmak da zor tabii, def-beyin bunu yapabiliyor. Zorlanmadan düşünebilen bu şiirin kapalı olduğuna katılmıyorum, sadece okurun düşüncesi için temalaşmayı bilmiyor, istemiyor, bir şeyin üzerine olmak yerine bir şeyden konuşuyor. Bence inatçı-saflık denebilir kapalılık yerine. Ya da özensiz konsantrasyonun göz göze gelmeden de anlatabilen enerjisi. Birincisi daha iyi. Şunu demek kolay: Okunamazlık sınırında duran bu kafası karışık rezaletle götürün şu bu ilgilensin. Hayır, asla; hızlanırken parçalanmanın ve bölgeler halinde bir süreliğine açık-seçikleşmenin tanınamazlık sınırına koşması hepimizde olan bir şey, ama tefekkürün mızmızlığına biraz ara verince, çok da bir şey olmadığını kalben anlayınca bunun bir sınır problemi değil, disiplin problemi olduğu hemen görülecektir, azıcık rahatlayınca çözülmeye başlayacak bir şey. Çünkü düşünceyi soru sormakla kardeş sayan kanaati sollayabilmesi sıkıntı yaratan. Hem Acker ya da Burroughs’a emek vermekten çekinilmiyorsa Murad’a vermekten niye çekinilsin?

Açıklıkta, düşüncenin dolayımdan gerçekten düştüğü nadir anın kuvveti vardır, onu tanınamaz gösteren çoğunlukla budur – ya da düşme müşme olmadan, dolayımın ortada kalması, alt-üst görünmesidir. Sonuçta demek istiyorum ki def-beyin zor okunmak için yazılmış bir kitap değil, bu paranoyadan kurtulalım, şaire “şair” dedirten zorluk yargısını dışlayalım. Efe Murad kendi duyguları üzerinde bir derse katılmaya çağırmıyor sonuçta bizi; birinin duygularını, yoğunlaşmış –ya da çabalayan– duygusal bölgeleri yazıyor, azıcık ortaya çıkarıyor. Yani iteklenmiş bu duygusal bölgelerde sempatiye fırsat verince def-beyin zaten kolaylaşacak.

Çok açıklayamayacağım ama duygular demişken, kitabın başlarındaki duyguların zihinsel saflaşma hallerinin kitabın sonlarına doğru daha duyumsal bir hal aldıklarını düşünüyorum. O ilk saflaşma halinin imkân verdiği şey şu: Yazılmış en iyi Birleşmiş Milletler’den birini okuyoruz. Daha duyumsal olanlarsa dünyayı açıklanması için itekleyen, hem de ondan bir şey talep eden melankoliyi hüznün yatay, sıkıcı, şiirler-arası bıktırıcılığından kolayca çekip kurtarıyor. Üzüntüyü alıkoyan değil de üzülebilen bir şiir güzel bir şey.

Zorluk aldanışını geçip bu tempoya kulak verelim.

Kör Katip, 9 Temmuz 2013.

 

Share on FacebookTweet about this on TwitterPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someoneShare on Tumblr