firatdemirÖte geçeler, öte geçeler diye savruldum. “Gelecek beklemeyin benden / suda yansıma bitti / kehanet beklemeyin benden / kehanet tekti.” Unutulmuş günahlar, çirkin ve vahşi yaratıklar, lanetlenen dostlar ya da düşmanlar arasında, ben, kesiklerin içindeyim. “Ben kesiklerin içindeyim,” örümcek, kimse beni uyarmıyor. Örümceğe yaklaşıyorum diye. Öte geçeler, öte geçeler.

Fırat Demir’in stili yokluk içinde uğursuz sinister bir ambiyanstır. “O benim içimdeki hayvanı kışkırttı” diyen Fırat’ın “Aspesdos” şiirinde sıcak suyun temiz kanaldan akıp kire karışması gibi ya da buharın ve sabun kokusunun ve rutubetin içindeki o garip hayvan birden sıçrayıp güneşten uzak duvarların altına saklanması gibi, kir ve temizlik yan yana, iç içe yolunu çizer. Ya da Fırat Demir’in stili için, benim şiirlerimde hep görülmüş olan “realizmi olmayan bir realist” akımdan beslenmektedir diyebiliriz sanırım. Bunun örneklerinden biri “İ.” isimli şiirdir. “Geyik sütünden ekmek yaptım / gel artık al beni yanına / öylece yaşayalım bitmez zamanlarda / dönmeyiz bile belki şu dünyaya / Ya hallak, Ya afi / İ.” diye seslendi bir insan, biri ya da bir hayvan, realist olmayan realist bir dünyadan bize sesleniyor gibi. Fırat Demir, kaybolmuşun kara güneşi kazılı alnında, kaderi elinde, kaybolmuşluğun sürreal realizmi ellerinde, kaderiyle yüz yüze gelir yalnız ve yorgun bir yolda.

Buğulu bir gizemin içinde, elleri bomboş, tekrarsız, yalnızlıkla, bulamaç halinde gidip gelen şair ve uğursuz bir yokluk; sevdiği, sevdiği ve birden gelen sinister bir ses. “Sensin, sesin atlarımı korkuttu.” Sen ve ses arasındaki diyalektik bağnazlık. ”O geldi gitti ve hiç arkasına bakmadı / sen hâlâ dışarımda mısın?” Dışarımda mısın, dışarında mısın sözcüklerinin oluşturduğu bir yas ambiyansı ve ölümcül dostlukların sekteye vurduğu huzur ve kalp! Nerede kalmış yüreğinde insaf bak. Bu dizelerin geçtiği “Dicle Kıyısında” şiiri, yani inadı geçirilen bir inanmazlık baladı. Ve “Savrulanlar” kadar lirik bir büyüyle, büyünün kötücül dillenmesiyle meydana gelen bir kertenkele. Paslı bir teneke parçası gibi bir şiir taşıyor Fırat Demir fulya tohumları serpilmiş saçlarında. “Rüzgar derenin kenarında beş katil bekliyor / ya bizi yık ya da onları.” Paslı bir teneke parçası gibi bir şiir. Sevdiğinin yaklaşan sesi. Başka hiç ama hiçbir şey yok meyveler ve tohumlar içre renkli bir dünyadan.

Müzik ve titreme. Titreme ve ritim. Ve pekmez ve öksürük gibi başka bir kara büyünün yırtılarak açığa çıktığı tuhaf bir şiir. Yalnızız, tek başınayız, “yakınızımızda / bir ev bile yok / korkuyoruz.” Bu zor zamanlar, paylaşılmış kaya büyü, giderek kapanan giderek kapanan üstümüze. Bilsen nasıl dayanıyoruz, nasıl dayanıyoruz. Bütün bu karanlık, ultra karanlık gizemlerin oluşturduğu bu tuhaf yırlarla dolu şiir kitabına Fırat Demir, Fırat Demir..

Biraz teorik açıklama yapacaksak eğer, Lukacs’taki sanatsal dolaylamanın ikinci katını başarmış görünüyor Fırat Demir. Daha derindeki gizli ilişkiler ağını ortaya çıkarıp onlara artistik biçimi vermek zorunda kalmıştır Demir. Keşfettiği ilişkileri artistik bir biçimde gizlemeyi başarmıştır. Burada Terry Eagleton’ın Lukacs’a sorduğu soru cevabını bulur. “Gerçeğin doğru biçimi ve sunumu niçin estetik haz yaratsın?” Yani şairin kendi kendine konuştuğu dilden öte hiçbir şeyin varlığı yoktur. Brecht’in dediği gibi “Bir metin Haziranda gerçekçi ve Aralıkta anti gerçekçi olabilir.” Adorno “sanatın gerçek dünyanın negatif bilgisi” olduğunu savunmuştu. Kavram ve gerçek aynı şey değildir. “Köpek havlar ama köpeğin resmi havlamaz.”

Hayatımız simetrik paranoyası ile “duble binde”lerin kutupları arasında sallanarak geçiyor: Kadın-Erkek, Kişi-Öteki, İyi-Kötü, Ruh-Beden, Tanrı-İnsan, Özne-Nesne, Sağlıklı-Deli, Kültür-Doğa gibi… Sanat objesindeki anquaz, zamandan çıkarak uzaya bırakılır ve kalıcı bir halde sonsuza ayarlanır. Hayatımız hep kutuplar arasında sallanarak mı geçecek Fırat Demir?

 

Post Dergi, 21/09/2015.

 

 

Share on FacebookTweet about this on TwitterPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someoneShare on Tumblr